'Fetullahçı' Uğur Tütüneker, 'şah' çekti!
Helal olsun(!) eski Galatasaraylı futbolcu ve Fetullah meftunu Uğur Tütüneker’e... Başının kılları ağarmış 40 yıllık 'Feto'cular kaçacak delik arar, günah çıkarmak için şekilden şekle girerken, o çıkıp “Ben de kandırıldım!”dedi. Kendi aklı mı, sokma akıl mı, “üst akıl” mı bilmem, lakin sıradan bir cemaat mensubunun yöntemi olarak kullanışlı duruyor. Sonunda birinin bunu keşfetmesi bekleniyordu. Tütüneker’in, hepimize aşina sözleri şöyle: "Görevim dolasıyla, öncesinde ve sonrasında vatanımda bulunamadığım süreçte ülkemde meydana gelen hain girişimden dolayı üzüntümün sonsuz olduğunu bildirir bu sebepten dolayı hayatını kaybeden kardeşlerime Allah'tan rahmet ve ailelerine başsağlığıdiliyorum. Yaralılara acil şifalar dilerim. Bugün hakkımda verilen gözaltı kararını medyadan ve eşimden öğrendim. Uzun yıllardır gerek Galatasaray gerekse Milli takımda oynamış bir futbolcuolarak asla ülkeme ihanet etmedim. Ben de herkes gibi çocukları okutan ihtiyaç sahiplerine destekte bulunduğunu sandığım bu hain grup tarafından kandırıldım. Bu gruba kurban bağışı ve burs haricinde hiçbir maddi veya manevi destekte bulunmadım. 15 Temmuz günü bu alçakların şerefsiz yüzlerini ben de gördüm. (İlginç! Arınç da o tarihte, aynı şeyi fark etmişti.-ÇS) Konu hakkında vicdanım son derece rahat olduğundan ülkeme gelecek vebana sorulacak tüm sorulara yüreğimle cevap vereceğim. Buradan Türk Halkına, sayın Cumhurbaşkanımıza sesleniyorum... Ben bu vatanın evladıyım vatanıma asla ihanet etmedim ve etmem. Saygılarımla. Uğur Tütüneker"
'7. Sanat'ın başyapıtlarından olan, “Yaşasın Kandırılıyorum” filminin fragmanını hatırlarsınız: Ülkenin ilericileri, demokratları, aydınları, yurtseverlerinin ellerini, yaylana yaylana yürüyen birisi kelepçeliyor; ağızlarını, saat pandülü gibi iki yana salınarak yürüyen başka birisi bantlıyor; sonra karga tulumba karanlık dehlizlere fırlatıyorlar... Arka plandaysa; onlara inanmaya dünden teşne ve “demokrasi aşığı” oldukları sonradan ortaya çıkacak kalabalıklar kâh aval aval, kâh alkışlayarak olup biteni seyrediyor. Yaylanarak yürüyen fail, operasyonu tamamladıktan epey sonra, “Aaa, suçmuymuş kumpas-mumpas, cinayet falan inanın bilmiyordum. Aha şu herif beni kandırdı!” diyerek, ortağı olan pandülümsü faili gösteriyor, aval koro da,“Sen rahat ol, keyfini bozma / Faturası neyse bize yolla” diye coşkuyla onu yanıtlıyordu. Hey gidi günler!.. Hukuktan azade, aklımda ve vicdanımda tartıya çıkarıyorum; teknik direktörlük yapan eski bir futbolcunun, suç örgütüne verdiğini itiraf ettiği“kurban ve burs” desteği mi örgüte daha büyük katkı sağlar, yoksa ülkeyi yöneten birisinin itiraf ettiği “ne istediniz de vermedik” desteği mi? Hangisi,daha hatırı sayılır “yardım ve yataklık”tır terör örgütüne? Geçtik bunu; varsayalım, karşımızda aynı “şüpheli” tarafından “kandırıldığını” iddia eden iki yurttaş, iki eski futbolcu var. Anayasa’nın 10.maddesi diyor ki: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. ”Zurnanın zırt dediği yere gelmiş gibiyiz; Fetö meselesinde dahli olan bütün “eski futbolcular”, Anayasa’nın emrettiği gibi kanun önünde eşit tutulacak mı gerçekten? Devlet, hakikaten “demokratik hukuk devleti” mi, yargı iddia edildiği gibi bağımsız ve tarafsız davranıyor mu, evrensel hukuk normlarını dikkate alıyor mu göreceğiz...
FETÖ ŞÜPHELİSİNE, YARGILAMA GEREKSİZ Mİ?
Genel anlamda “bilgi” ile arasına duvar örmüş bir toplum olduğumuz ortada. Üstelik bunun farkında da değiliz, işler yürüyor nasılsa, şikâyetçi olan yok bilgisizlikten. Hatta umurunda bile değil yığınların. Meydan nöbeti tutulan gecelerin birinde, Kızılay’da canhıraş bağıran bir grupla sohbet etme fırsatım oldu. 15 Temmuz’da tanklara çıktıklarını, Genelkurmay’a, TRT’ye falan gittiklerini, aksatmadan her akşam demokrasi nöbeti tuttuklarını söylediler. Hatta birisi, arkadaşlarını “demokrasi militanları” olarak tanıttı. Ortadan sordum, demokrasi nöbetini sektirmeyen 15-20 kişilik gruba, “Demokrasi mi önce gelir, Erdoğan mı?” sorumun, kıyası mümkün olmayacak ögeler içerdiğini, hakaret işitmişçesine bir anda değişen mimiklerden anladım. Nitekim cevapları da bunu kanıtladı: “Bu memleket, demokrasisiz yapar ama reissiz yapamaz! Osmanlı da demokrasi mi vardı?” Ulaşımı, yemesi, içmesi, şarkıcısı, eğlencesi bedava, sıcak yaz akşamlarında tutulan “demokrasi” nöbetinde bunları duymak kötü ama şaşırtıcı değil. Lakin daha kötüsü, bizi bilgiye, araştırmaya, gerçeği/doğruyu öğrenmeye sevkedecek eksiklik/merak duygusundan dahi yoksun olmamız.
Spor âleminden iki ayrı örnek var aktarmak istediğim. İlki Bünyamin Gezer...Eski polis memuru, eski milli futbol hakemi, eski Merkez Hakem Kurulu Başkanvekili... FETÖ soruşturması nedeniyle, Futbol Federasyonu yönetimi tarafından tedbiren istenen istifaları veren eski Hakem Kurulu’nun Başkanvekili sıfatıyla televizyondaydı geçenlerde. İstifa ile itibarsızlaştırıldığını düşünerek, veryansın etti federasyon yönetimine. FETÖ’yle ilişkisi olmadığından bahisle, masumiyetine dair iki satır açıklama beklediğini söylerken çok sinirliydi. Kendi konumuyla ilgili olarak değinme ihtiyacı duyduğu, “Yüce Türk adaleti” ve “Mahkeme” kelimelerini, adını FETÖ ile andığı hiç kimse için kullanmadı. Herkes gibi o da ağır laflar etti 'Feto'culara. Hem eski bir polis, hem hakem camiasında sorumluluk üstlenmiş bir kişi olmasına önem atfederek onu televizyonda dinleyenler, bahsi geçenlerin hüküm giydiğine kanaat getirmiştir muhtemelen. Oysa malum, TBMM’ye bomba atanlar dahil herkes, “şüpheli” konumunda henüz. “Sanık” bile değiller, çünkü açılmış bir dava yok! Maalesef, yıllarca polislik yapmış Gezer’inde, bunun ayırdında olduğunu gösterir bir belirtiye rastlayamadık. İkinci örnek, Oğuz Tongsir başkanlığındaki Türkiye Spor Yazarları Derneği’nden. Hafta içinde şöyle bir duyuru yayımladı TSYD: “TSYD Yönetim Kurulu, FETÖ Terör Örgütü üyesi olan veya örgüte destek verdikleri için haklarında soruşturma başlatılanların üyelikten ihracına karar vermiştir” devamında, ihraç edilen 10 ismi sıraladıktan sonra, “Bu kişilerin yasal süreç sonunda beraat etmeleri halinde, TSYD üyeliğine dönüşleri yönetim kurulu kararı ile mümkün olabilecektir” diye noktaladı. Araştırdım; dernek tüzüğünün konuyla ilgili, “Üyeliğin Yitirilmesi” başlıklı 9. ve“Kesin Çıkarma Halleri” başlıklı 26. maddelerinde, yönetimin verdiği üyelikten ihraç kararlarını karşılayan bir hüküm yer almıyor. Aksine 26. maddede,“hüküm giyme” ve “kamu haklarından mahrum edilme” şartları var. Keza 5253 sayılı Dernekler Kanunu’nda da uygulamaya uyan bir hüküm yok. Anlaşılan, TSYD’nin FETÖ soruşturması kapsamındaki 10 üyesi de, “yargısız infaz”a uğramışlar. Üyeliklerinin dondurulması gibi bir ara formül bile denenmeden, kapının önüne koyma yolu seçilmiş. Yukarıda değindiğim gibi, henüz haklarında dava açılmamış “masum” insanların, “beraat” etmesinden bahsediliyor kararda. Yani, yine sadece “şüpheli” durumunda olanlar, hüküm giymiş muamelesi görüyor. Yahu biraz sabredin, belki adamları, ifadelerini alıp serbest bırakacaklar. Bu durum, aynı zamanda kişi ve kurumlar üzerindeki ağır kamuoyu / mahalle baskısının da işareti. TSYD Genel Başkanı Tongsir, kısa süre önce, “demokrasi nöbetleri”ne dair yaptığı masum bir yorum nedeniyle linç edilmişti. Haliyle yoğurdu üflüyor olabilir. Fakat haksızlık yaptığı da ortada...Sorumlu makamlardaki insanlar, kamu görevlerindekiler en azından görevlerinin gerektirdiği haller için önce merak, sonra zahmet edip biraz bilgilenmeyi deneseler nasıl olur acaba? Malum, “liyakat” yine moda oldu. Bu arada, her yurttaş gibi, FETÖ şüphelilerinin de hak-hukuklarına vurgu yapmakla, “Fetullahçı” olunmuyordur umarım. Ne bileyim, ahval ve şerait bir garip de...