Fidan’ın dış politika 'vizyon'u

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 7 Ağustos’ta 14’üncü Büyükelçiler Konferansı’nın başında, Hükümet’in dış politika yaklaşımını ve izleyeceği rotayı ortaya koyan bir açış konuşması yaptı.

Fidan, Hükümet’in dış politika anlayışını şu ilkelere dayandırıyor:

“Her türlü dış etki alanından bağımsız, medeniyetimizin değerleri etrafında şekillenen, artan imkan ve kabiliyetlerimize dayalı, devletimizin ve milletimizin bütünlüğünü, güvenliğini ve refahını güçlendirmeyi hedefleyen ve bölgesinde bir çekim merkezi olan, tam anlamıyla milli bir dış politika. Yani, Türkiye Yüzyılının dış politikası.”

Fidan’ın uluslararası ilişkilerdeki durum tespitine dair bazı satır başları da şöyle sıralanabilir:

-Mevcut uluslararası sistem, dünyanın büyük bir bölümü için, barış, istikrar ve adalet üretemiyor.

-Büyük güçler arasındaki rekabet küresel düzeyde gerilim ve kutuplaşmayı artırıyor.

-Gittikçe dengeden uzaklaşan uluslararası sistem, öngörülemez pek çok gelişmeyi içinde barındırıyor.

-Uluslararası sistemde siyasi, askeri, ekonomik, çevresel, teknolojik ve sosyal pek çok sınamayla eşzamanlı olarak karşı karşıyayız. 

-Küreselleşmenin getirdiği refah artışı, uluslararası düzeyde adil paylaşılamamaktadır.

-Uluslararası ve bölgesel yönetişimden sorumlu olan örgütler, bu durumu çözme konusunda çoğu kez yetersiz kalıyor ve bazen de isteksiz davranıyor.

-Bazı ülkeler bu ortamda tek başlarına yönlerini bulmaya çalışıyor, ekonomik ve sosyal alanda korumacılık ve ayrımcılık artıyor.

-Mevcut küresel sistem “daha karmaşık ve çoklu bir kriz dönemi” yaşamaktadır.

-Tarih bize, söz konusu krizlerin böyle devam edemeyeceğini acı tecrübelerle göstermiştir.

-Bir değişim ihtiyacı var. Peki, bu değişim nasıl olacak? Aktörleri kimler olacak?

-Uluslararası sistemin bu kırılma anında nasıl bir şekil alacağı, öndegelen devletlerin politika tercihlerine ve bu tercihleri gerçekleştirme yeteneklerine bağlı olacaktır.

-Erdoğan liderliğinde Türkiye, bu devletlerden biri olacaktır.

TÜRKİYE NE YAPACAK?

Peki bu durum tespiti karşısında Türkiye’nin yapacakları neler? Fidan, şöyle sıralıyor:

“Vizyonumuz, Türkiye Yüzyılında Türkiye’yi sistem kurucu aktörlerden birisi haline getirmektir. Bu büyük hedefe, değişimi öngörerek ve şekillendirerek ulaşacağız. Biz, küresel adaletsizlikleri ortadan kaldıran, ekonomik eşitsizliklerin üzerine giden, barış, güvenlik, istikrar ve refah üreten, etkili, kapsayıcı ve insanlığı kucaklayıcı bir uluslararası sistemin kurulması için diğer ülkelerle birlikte çalışacağız. Bu adımlarımızı hayata geçirirken dört temel stratejik hedef doğrultusunda hareket edeceğiz. Bunlar;

-Bölgemizde barışı ve güvenliği tesis etme

-Dış ilişkilerimizi yapısal zemine oturtma

-Refah ortamını geliştirme ve

-Küresel hedeflerimizi ilerletmedir.”

Bu başlık altında, “Suriye’nin toprak bütünlüğü temelinde ülkedeki ihtilafın siyasi çözüme kavuşturulması ve Suriye’yi terör örgütlerinin sığınağı, vekâlet savaşlarının arenası olmaktan çıkarmak”, “Karadeniz’de barışın devamını sağlamak”, “Kıbrıs Türklerinin egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescili”, “Yeniden Asya, Latin Amerika ve Afrika Ortaklığı girişimlerini, daha kalıcı ve kurumsal bir çerçeveye oturtmak” ve “Daha adil bir dünya düzeni için küresel sorunların çözümüne katkı sağlamak” sıralanıyor. Ayrıca Libya’dan Balkanlara, Irak’tan Filistin’e birçok alanda Türkiye’nin izleyegeldiği politikaların altı çiziliyor.

DÜNYADAKİ SAFLAŞMADA NEREDEYİZ?

Durum tespiti: Küresel düzen işlemiyor, değişmeli. Peki çözüm: “Daha adil bir uluslararası sistem”. Hepimizin desteklediği bir hedef. Ama, bu hedefe nasıl ulaşılacak? “Büyük güçler arasındaki rekabetin küresel düzeyde gerilim ve kutuplaşmayı arttırdığı” tekerlemesiyle “milli siyaset” izlenemez. Çünkü, bu ifade, mevcut uluslararası durumdaki gerçeği ters yüz etmeye neden olmaktadır. “Büyük güçler” denirken kimler kastedilmektedir. ABD, AB, Rusya ve Çin’in kastedildiği biliniyor. Fidan’ın tahliline göre dünyadaki sorunların kaynağı ABD ve yanındaki AB ile Rusya ve Çin arasındaki rekabettir. Peki gerçek ne?

Fidan’ın işlemediğini belirttiği uluslararası sistemin sahipleri ABD patronluğundaki Atlantik İttifakı’dır. Türkiye gibi, Rusya, Çin ve İran ile birlikte dünyanın geri kalanı Atlantik’in hegemonyacılığına karşı kendi egemenliklerini ve toprak bütünlüklerini sağlamaya çalışmaktadır. Dünyadaki nesnel olarak ortada olan gerçek saflaşma budur. Yani, her ne kadar gelişmişlik düzeyleri aynı değilse de Rusya ve Çin de, Türkiye ve Asya’dan Afrika’ya ve Güney Amerika’ya kadar diğer ülkeler ile aynı tehditlere maruz kalmakta ve nesnel olarak aynı cephede bulunmaktadır.

TÜRKİYE’YE YÖNELİK DIŞ TEHDİTLER

İkincisi, bu tahlilde Türkiye’ye yönelik dış tehditlerin kaynağı konusunda bir netlik yoktur. “Bölgemizde güvenlik, huzur ve istikrara en büyük tehdit” olarak “terör örgütleri ve diğer vekil örgütler” gösterilmekte “dostlarımızla etkin işbirliği yaparak arkalarındaki güçler ile mücadele edeceğiz” denmektedir. Fakat, “dostlar ve terör örgütlerinin arkasındaki güçler”in kim olduğu belirsizdir. Dahası, Türkiye’ye yönelik dış tehditler karşısındaki bulanıklık, AB ve NATO’dan gerçekçi olmayan isteklerin gündeme getirilmesine neden olmaktadır. Fidan şöyle diyor: “Türkiyesiz bir Avrupa Birliği’nin gerçek manada küresel bir aktör olamayacağını bir kez daha vurguluyoruz. NATO’nun bütün üyelerinin, karşı karşıya olduğu güvenlik tehditleri ve endişelerini eşit oranda gözeten bir yapıda olmasını da beklemekteyiz. Bu çerçevede bazı NATO ülkelerinin, Suriye ve Irak’ta PKK ile olan açık ve örtülü işbirliğine hemen son vermeleri gerektiği çağrısını yineliyoruz.”

Türkiye’nin “milli dış politika”sı, hayali AB tam üyelik hedefi ilan ederek ve NATO’nun Türkiye’yi de kapsayan Asya’ya karşı savaşı yaymasına destek vererek gerçekleştirilemez.