Fikriye

Yaşamı ve ölümü ucu Atamıza da dokunan hayli hazin, birçok iz, yargı ve yorum bırakmıştır. Kısaca şunları biliriz. Çankaya Köşküne kendi istek ve seçimiyle yerleşmiş olan Fikriye, 1922 sonbaharına değin Atamızla Çankaya Köşkü'nde yaşar.

Atamıza âşık olan Fikriye Hanım, sağlık sorunları nedeniyle sanatoryumda tedavi görmesi için 1922 sonbaharında Münih'e gönderildikten bir süre sonra Ata’mızın Latife Hanım'la evlendiğini öğrenir. 1923 ilkbaharında tedavisini yarım bırakıp Türkiye'ye geri döner ve Ankara'ya, Çankaya Köşkü'ne gelir. Latife çiçeği burnunda bir gelin, Fikriye’den hayli küçük gencecik bir kızdır. Fikriye Hanım burada yaşanan gerilimli günlerden birinde faytonla Çankaya Köşkü'nden ayrılırken tabancayla intihar etmeye kalkışır ve kaldırıldığı hastanede ölür. Kılıç Ali bu olay hakkında "Fayton köşkten ayrılarak yakında bulunan Fuat Bulca'nın köşkü hizasına geldiğinde, Fikriye Hanım, belki de Gazi'ye yahut Latife Hanım'a yöneltmek için çantasında taşıdığı tabancasını çekerek kalbi hizasına ateş eder" der. 

Bu olayın Atatürk ile Latife Hanım'ın evliliğini etkilediği ve boşanmada önemli payı olduğu da düşünülmektedir. Buna katılıyorum. Latife hanım için empati yaptığımda çiçeği burnunda ve olaya hiçbir katkısı olmayan genç bir gelinin kapıya dayanan eski sevgiliyle nasıl iletişim kurmakta zorlandığını, hırpalandığını anlamak zor değildir. Hangi genç kız olsa hırpalanır, ne yapacağını, nasıl baş edeceğini şaşırır.

Olayın ayrıntılarını hiçbirimizin tam bilmesi olanaksız, bunlar duygu durumları, aşk, sevgi, evlilik ancak Latife hanım kadar Atamızı da yıpratmak isteyenler bu konuyu olumsuz kullanır, Fikriye’yi mağdur gösterir. Doğru, Fikriye mağdurdur ama sosyal bir analizini yaparsak bu hayatta terk edilmiş tek kadın, tek erkek, tek mağdur Fikriye değildir. Birçok kadın ve erkek aşık olsalar bile sevdikleri tarafından terk edilir, ihanete uğrar veya evlilik hayalleri kurarken aşık olduğu erkekle, erkekse kadınla evlenemez. Fikriye’nin başına gelenler çok insanın başına gelir…

Böyle bir şeyle karşılaşan insanların çoğu üzüntüsünü yaşar, terk edilmenin, kaybın yasını tutar, kalbine gömer ve yaşamına devam eder. Kapıya dayanmaz, patırtı çıkarmaz, intihar etmez. Aklıma empatik şu sorular geliyor: Sevdiği tarafından evlilik için tercih edilmeyen kaç kişi eski sevgilinin kapısına dayanır? Bu onurlu bir davranış mıdır? Kapıya dayanmanın nedeni yeni evlilerin dengesini bozmak, huzursuzluk yaratmak mıdır? Nasıl bir karakter bile isteye huzursuzluk yaratır? Bu saldırganca bir davranış mıdır? Eğer, Atamıza gerçekten aşıktıysa, insan çok sevdiği birine bunu nasıl yapar, onu nasıl bile isteye mutsuz etmeye çalışır? Gerçek sevgi sevdiğinin mutlu huzurlu olmasını istemek değil midir?

Tarihimizde acı bir iz, bir leke bırakan, nahoş yorumlara neden olan, muhtemel Latife ve Atamızda da ağır bir vicdan azabı ve derin üzüntü bırakan intihar neden? Türk Psikiyatri Derneği 51. Ulusal Basın Toplantısında intihar girişimi olan veya intihar eden tüm hastaların yaklaşık %95’inde ruhsal bozukluk tanısı olduğunu belirtir. Derneğin basın duyurusuna göre duygu durum bozuklukları (depresyon ve bipolar bozukluk) intiharla en ilişkili olanlardır. İntihar kurbanlarının yaklaşık yüzde 60 ile 70 kadarı ölümleri sırasında önemli derecede depresyondadırlar.

Koca bir ülkeye liderlik yapan, çağın en başarılı lideri olarak tanımlanan, Kurtuluş Savaşı ve Devrimlerle büyük bir sorumluluk altında olan Atamız hem duygu durumu hem fizik sağlığı bozuk bir eşle ülkemize liderlik yapabilir miydi? Öyle bir eş böyle büyük bir lidere ayak uydurabilir miydi? Atamızı her zamankinden daha çok andığımız, özlediğimiz, gereksindiğimiz bu günlerde aklımdan geçen sorulardan bazıları…