Film arşivi bir ranta mı kurban ediliyor...

Bir zamanlar -yani gazete patronlarının iş adamı değil de gazeteci olduğu zamanlar- bu mesleğe ilk adım atanlara öğretilenlerden biri de “haber takibi” idi. Kısacası; kamunun ilgisini çekmiş bir haberi zaman içinde unutturmamak, onun seyrini takip ederek zaman zaman okurların haberdar olmasını sağlamak, gündemden düşmesine izin vermemektir.

Ama bizim basınımızda bu pek mümkün olmuyor. En önemli haberler bile, saman alevi örneği birden parlayıp, sonrasında unutulup gidiyor. Gündemden düşüp hemen unutulmasının da birçok nedeni var. Sanırım ilk sıradaki nedenler arasında ilgisizlik, takipsizlik, bir de yoğun bir gündem değişikliği geliyor. Politik haberlerin dışındakilerin sonuç ve nedenlerine bile çoğu zaman, zaman bulunmuyor.

Siyasal, ekonomik ve de salgın gibi yaşamsal olayların doğal olarak ağırlık kazandığı bir ortamda ne yazık ki bugünden çok geleceği ilgilendiren ve de telafisi mümkün olmayan kimi kültürel olgular/olaylar, belki de kamuoyundaki ilgisizlik derecesinin diğerlerinden daha az olması nedeniyle ıskalanıp gidiyor.

Bu ıskalanan, ya da daha iyimser bir yaklaşılma unutulur gibi olanlardan biri de Sami Şekeroğlu Sinema TV Merkezi’nin durumu.

Bu olayı “Film arşivinde neler oluyor?” başlığı ile kamuoyunun gündemine getiren yayın organlarından biri belki de ilki Aydınlık’tı… Aydınlık bu olayı yalnızca köşe yazılarına taşımakla yetinmedi, aynı zamanda kapsamlı söyleşilerle de sayfalarına taşıyarak takipçisi oldu.

Bizler bu konudaki ilk yazılarımızda “birileri Türk sinema arşivini yeniden dizayn mı etmek istiyor?“ ve de filmlerin içinde bulunduğu binanın İstanbul topografyasındaki ayrıcalığına dikkati çekerek “yoksa burası bir ranta mı kurban ediliyor?” sorularını yönelterek her ikisinin de akıbetinden kuşku duyduğumuzu belirtmiştik… Dileriz ki yanılırız… Ama ne yazık ki, son gelişmelerin göstergesi pek de böyle demiyor…

Gelin süreci kısa olarak bir kez daha anımsayalım: İlgililer/yetkililer önce, mevcut binanın elden geçirilerek yenileneceğini ve sonrasında buraya üniversitenin başka bölümlerinin de taşınacağını söylediler. Hazırlıklar bu yönde yapılırken –ya da yapılır gibi olurken- önce taşınma, sonrasında da “depreme dayanıksız” olduğu ortaya atılarak binanın tümüyle boşaltılmasına karar verildi. Ardından depo arayışına girişildi. Depo; önceleri eski binanın yıkılıp yeniden yapılmasına kadar geçici bir süre için aranırken, sonrasında kalıcı bir deponun peşine düşülür gibi bir şeyler oldu, vs… Derken, arşiv kutuları bir yana, kütüphane bir yana savrulup, müzelik parçalar babalarının malları gibi bir yerlere dağıtılmaya başlandı. Sonrası bildiğiniz gibi: Arşiv paramparça…

Arşiv ve binaya ilişkin yaşanan bu değişken durumlar ne yazık ki, film arşivinin eski yerine bir daha geri dönmeyeceğine ilişkin kuşkuları güçlendirdiği gibi, kütüphanesi, müzesi, film ve arşiviyle eski binanın da bir ranta kurban edilebileceği korkusunu getirdi.

Sonuçta ikisi de devletin malıdır, dilediğini yapar diyebilirsiniz… Ama yine de bir itirazım yok demeyeceğim… Elbette var… Misyon edinme tavır ve eğilimine mizaç olarak istekli ve de yatkın olmadığım halde, yine de “tarihe not düşmek ” gibi klişe bir sözü yineleyeceğim… Çünkü; geçmişten geleceğe bırakacağımız, yitirildiklerinde asla yerlerini dolduramayacağımız, “yerli” ve de “milli” olan ne varsa, tümünü, bir Şark kurnazlığı ve de hoşgörüsüzlüğü ile hoyratça yok ettiğimiz bir dönemden geçiyoruz…

Dileriz ki yanılan biz, kurtulan ise film arşivimiz ile mekanı olur… Yoksa bir rant yüzünden yok edilen yalnızca bir mekan değil, onun da ötesinde; bu mekana kurban edilen film arşivi ile onca bilgi ve belge, kısacası Türk sinemasının belleği olur...

Yeri gelmişken bir kez daha yineleyelim; Festivaller yapma, yarışmalar düzenleyip ödüller dağıtma ve de sinemayla ilgili ilgisiz her bir akçeli işler peşinde koşma söz konusu olduğunda birbirleriyle yarışa girişen sinemayla ilgili mesleki kuruluşlarla, Yeşilçam’ı her daim sahiplenmeye çalışanlar, bu konu karşında neden hala sessizliklerini koruyup üç maymunu oynuyorlar, onu da anlamış değilim. Yok edilmek istenen bizim belleğimiz ise, onların da bir ömür boyu emek verip ortaya çıkardıkları eserler değil mi?