Finans krizinin ‘istenmeyen’ çocuğu AfD

Güncel kamuoyu anketleri AfD’nin (Almanya için Alternatif Partisi), yüzde 20’leri aşarak ikinci sıraya yükseldiğini gösteriyor. Hükümetteki partileri bile geride bırakan AfD’nin başarı hikayesi, dikkatle analiz edilmeli.


AfD nasıl doğdu? Bu doğumun sebebi ve AfD’nin sınıfsal kökeni ele alınmadan, sonucu anlayamayız. AfD küresel kapitalist sistem krizi içerisinden çıktı. AfD, 2008 – 2010 küresel finans krizini yaratan ‘elitleri’ eleştirdiği için, ‘istenmeyen’ çocuk olarak doğdu. Örneğin AfD’nin yöneticilerinden biri, ABD’li Goldman Sachs yatırım bankacılığından geliyor.

Ayrıntılara girmeden önce şununla başlayalım, finanskrizi nasıl patlak vermişti? Hepimizin anlaması bakımından metafor örneklendirmesiyle tarif edebiliriz.

“Fiyatların yükseldiği, alım gücünün düştüğü ve hiç kimsenin iş yapamadığı ortamda, bir birahane sahibi bu gidişatı tersine çevirir. ‘Şimdi iç, ileride öde’ mottosuyla, durmaksızın müşteri çekmeyi başarır. Veresiye defteri tutarak, birahane sürekli müşterilerle dolup taşır. Bu hareketlilik bankacıda merak uyandırır, birahaneye gidip durumu inceler ve sahibine teklifte bulunur. Sözleşme imzalandıktan sonra, banka ‘teminat’ aldığı veresiye defterini ‘menkul kıymetlere’ dönüştürerek, borsada satışa sunar. Kazancın küçük payı birahane sahibine gelecek. Bir dönem sonra veresiye defterinin alacaklar günü geldiğinde, birahane sahibi müşterilerden borçlarını toplamaya çalışır. Ancak kimse bu kadar biriken borcu, geri ödeyecek durumda değil. Sonunda birahane ‘iflas’ bayrağını çeker. Banka ‘teminatın’ değersizliğini ve riskini öğrendiğinde, borsadaki ‘menkul kıymetini’ kurtarmak ister. Borsa hissedarları şok olur ve beklediklerini alamazlar. Dikkat! Şişirilen küresel finans balonu, patlıyor. Banka hükümete şikayette bulunur ‘senin vatandaşların borçlarını ödemediği için, işyerleri kapanıyor ve bizim varlığımız tehlikede... Hükümet bankayı teselli ederek ‘kurtarma paketi’ hazırlar ve acısını vergilerle halktan çıkarır.”

İşte ABD kaynaklı bu küresel kriz, Avrupa Birliği’nde avro krizi şeklinde devam ederek, tüm piyasayı ve Almanya’yı alt üst etmişti. Yunanistanı iflastan kurtaracak yardım paketine Almanya’nın dahil olması, kamuoyunda “milli refleksi” tetiklemişti.

O yıllarda gidişattan rahatsız olan ve içlerinde CDU gibi sistem partilerinden kopan, BFB’den (Özgür Vatandaşlar Birliği) ayrılan, Alman muhafazakar sermaye çevrelerinden oluşan bir grup, ‘elitlere’ karşı 2013 yılında AfD’nin kuruluşunu ilan eder. Amaçları yanlış siyasete müdahale etmek ve koşullara göre, Almanya’yı nihayet Avro Bölgesinden çıkartmaktır. AfD genel seçimlerden 6 ay önce ilan edildiğinden dolayı, kamuoyunda ‘yeni rüzgar’ etkisi yaratmıştı.

Bir dönem sonra AfD’nin popülist siyaseti içerisinde milliyetçi kanat güçlenir ve partide iki başlılık ortaya çıkar. Liberal ve muhafazakar milliyetçi gruplar arasındaki çekişmede, milliyetçi kanat galip gelir ve AfD’nin geleceğini belirler. AfD içerisindeki gerilim hiç durmadı, o dönemin liberal ve milliyetçi kanat liderleri ve birçok kurucu üye bugün partide bile yoklar. Buna rağmen AfD güçlenmeye devam etti, çünkü propagandasıyla siyasi bir ‘boşluğu’ dolduruyordu.

“Alman ekonomisinin avro para biriminden çıkması, bölgesel kalkınmaya yatırım yapılması, AB’nin ‘planlı ekonomisi’ nin Almanya üzerindeki etkisinin sona erdirilmesi, mülteci akınıyla Almanya’nın Almanlara yabancılaştırılmasının durdurulması, kültürel istilanın sona erdirilmesi” gibi sloganlar, sürekli oy artışı sağladı.

AFD HANGİ SINIFLARA DAYANIYOR?

AFD’nin çekirdek oyları yerel köylülük ve tarım bölgelerinde yaşayan vatandaşlardan oluşuyor. Ayrıca doğu ve batı Almanya arasındaki ücret eşitsizliğinden kaynaklanan tepkiden dolayı, AfD’ye işçilerden yaklaşık %25 oy gidiyor. Pandemi döneminde varlığı risk sınırına dayanan memur ve orta sınıflardan da AfD oy topluyor. Diğer yandan “kendi partim hem muhalefet hem hükümette beceriksiz olduğu için, bu kez partime hak ettiği cezayı ama AfD’ye oyumu veriyorum” diyen protest seçmenler, AfD’nin nihayet oy patlamasına ve yükselmesine neden oluyor. Bazı siyaset bilimciler de AfD’nin yükselişini, ‘doğunun batıya tepkisi’nin dışa vurumu olduğunu belirtiyor. Diğer yandan AfD’ye önceki yıllarda yurt dışından ve İsviçre’de bulunan pharma (ilaç) sermayesinden, bağış yapıldığı biliniyor.

AFD’NİN İKTİDAR STRATEJİSİ NEDİR?

AfD serbest piyasayı savunuyor. Sermaye sınıfının aleyhine ne kadar yasa varsa kaldırmak istiyor. Buda varlık, miras ve işletme vergilerinin ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. Devletin sadece ekonomiden değil, aynı zamanda yayın vergisinin kaldırılmasıyla, TV yayın politikasından da uzaklaşmasını istiyor. Hukuk alanına da müdahalenin gerekliliğini öne süren AfD, anayasada bazı maddelerin değiştirilmesiyle, direkt demokrasiyi ve cumhurbaşkanının halk oylamasıyla seçilmesini hedefliyor. Diğer yandan bugünkü yapısıyla AB’den ayrılmayı, sınırları kapatmayı ve bölgeciliği savunuyor. Çünkü AfD’ye göre bir birinden farklı olan Avrupa ülkeleri, Brüksel merkeziyetçiliğiyle yönetilemez. Dış politikada kontrol dışı göçler durdurulmalı ve sadece Almanya’ya ‘faydalı’ olabilecek yetenekli insanlar içeriye bırakılmalı diyen AfD, Afrika kıtasına özel ilgi gösteriyor. Burada göçlere yol açacak sorunları yerinde önlemek ve kaynakları bulunan bölgelerin kalkınmasını destekleme politikasını benimsiyor. Ukrayna’ya yapılan silah yardımına ve Rusya’ya yaptırımların uygulanmasına karşı çıkan AfD, pandemi döneminde de küresel sağlık düzenlemelerini eleştirmişti.

 

AFD’NİN ALMANYA’DAKİ YABANCI KÖKENLİLERE BAKIŞI NASIL?

‘Almanya’da ikamet eden yabancıların doğan çocuklarına vatandaşlık hakkı’ gibi yasanın kaldırıması, AfD’nin hedefleri arasında.

AfD ‘paralel toplulukların’ yapılanmasını tehlikeli görüyor ve parti yetkilileri fırsat buldukça, kamuoyunda bu tehlikenin merkezinde ‘İslamcıları’ baş neden olarak gösteriyor.
‘İslam’ın zulmünden’ nasibini alan yabancı kökenli, ancak Almancayı iyi derece konuşanlar için ise, AfD siyaset kapılarını açık tutuyor.

 

AFD HANGİ İDELOJİDEN BESLENİYOR?

AfD dünyadaki baş çelişmeye muhafazakar milliyetçi temelden bakıyor ve “korkuyu” örgütlüyor.
1950’lerden sonra ABD kültür emperyalizmi Batı Almanya’yı etkisi altına alırken, Doğu Almanya halkı,“Alman” kaldı. ‘Alman’ kalma emperyalizm karşıtlığına ve sınıf temeline dayanıyordu.
Ancak 1990’dan itibaren sınıfsal ideolojik ortamın dağıtılmasıyla birlikte, yerine göçmen ve yabancı karşıtlığı yerleştirildi. İmparatorluk Vatandaşları örgütlenmesi, aşırı sağcı gruplar, göçmen karşıtı milliyetçilik ve ırkçılık bu yıllardan sonra hız kazandı. Bunların ötesinde ABD karşıtı milliyetçilikte öne çıktı. Anayasayı koruma teşkilatının (BfV) saptamasına göre, AfD bu akımların ideolojisini içinde barındırıyor ve gençlik örgütüde ‘aşırı sağcı’ kategoride görülüyor.

AFD NEREYE KADAR GİDEBİLİR?

Alman soylu ailelerinden Fürstin Gloria von Thurn und Taxis, ABD’li finans kapitalin önde gelen Black Rock şirket yöneticisinin, şu çarpıcı yorumunu aktarıyor: “Dünya yeni bir yolculuğa çıktı tabiki bu yolculuk Çin’e doğru. Yolun sonunda ekonomi için en iyi model gözüküyor, buda diktatörlüktür.” Fürstin Gloria nedenini şöyle tarif ediyor; “Her 4-5 yılda yeni seçim yeni hükümet ve yeni vergiler ve düzenlemeler, küresel yatırımlara zarar veriyor, milyarlar kazanan tekeller için en uygun olanı, stabil üniter iktidar yapısıdır.” Bu durumda ulus ötesi tekellerinin gelecekte arzuladıkları ‘demirbaş müşterileri’, kalıcı diktatör devlet modelleri mi oluyor? Bu değerlendirmenin Almanya özgülündeki karşılığı ‘AfD iktidarı’ olabilir mi? Fürstin Gloria’ya göre, Alman Solu işçi sınıfını AfD’ye kaptırdı. Çünkü “Sol”a asıl amacı dışında başka uğraş verildi, bunlar işçi sınıfıyla alakası olmayan LGBT hareketi, iklim aktivistliği ve vejeteryanizmdir. Fürstin Gloria’nın değerlendirmesinden şu ortaya çıkıyor: “Siyaseti kurgulayan akıl” işçileri yani halkın çoğunluğunu AfD havuzuna doldurup, AfD’yi kullanarak ‘güçlendirerek’ Almanya’nın ‘diktatörlüğe’ doğru evrilmesini mi istiyor?