Finansal Krizler Tarihi: C.P. Kindleberger ve R.Z. Aliber

Teori dergisinin Ekim sayısı ‘ABD Ekonomisi’nde Alarm’ kapak dosyasıyla çıkmış. Anlaşılan bu krizlerle epey uğraşacağız.

Bu yazıda ele alacağımız ‘Finansal Krizler Tarihi (Charles Poor Kindleberger (CPK) ve Robert Z. Aliber (RZA), T. İş Bankası Yayınları)’ kitabı bu anlamda oldukça çekici gözükmektedir. Kitapta eğlenceli anıların, nefis nüktelerin ve incelikli üslubun gerisinde, çılgınlıkların, paniklerin ve çöküşlerin, hırs, hile ve açgözlülüğü besleyen bir iktisadî ortamın sonucu olduğu çok etkili bir biçimde gözler önüne seriliyor.

Kimilerince hegemonik istikrar kuramcısı (HİK) olarak da bilinen CPK (1910-1973), Marshall Planının da önde gelen mimarlarındandı. İktisadî, siyasal, hukuki boyutları olan HİK’e göre, uluslararası düzlemde istikrarın sağlanabilmesi için bir ulusun dünyaya egemen olması gerekir.

Marshall Planı’nın da II.Dünya Savaşı sonrası ABD’nin Avrupa’yı SSCB’ye karşı konumlandırma ve bağımlılaştırarak biçimlendirme planı olduğunu anımsamış olalım. Uzun yıllar Massachusetts Institute of Technology (MIT)’de öğretim üyeliği yapan CPK, iktisat tarihçisiydi. RZA ise, Chicago Üniversitesi’nde uluslararası iktisat-finans öğretim üyesidir.

12 bölümden oluşan yapıttaki kimi bölümler şöyle: Krizin anatomisi / Spekülatif çılgınlıklar / Kredi genişlemesi / Balonun patlaması / Coşku ve kağıt serveti / Bernie Madoff: yolsuzluklar, dolandırıcılıklar ve kredi döngüsü / Uluslararası salgın etkisi / Uluslararası son kredi mercii.

Yapıt, kapitalizmin sağlıksız ve arada bir müdahale edilmesi gereken bir sistem olduğuna ‘içerden’ eleştirel bakan bir çalışmadır.

CPK, parasalcı iktisatçılar arasında kötümserliğiyle ünlü H. Minsky’nin modelini kullanıp genişletmiş olan bir parasalcı akım izleyicisi gibi ama yanısıra parasalcılığın gurularından Milton Friedman ile bir polemik içine girmektedir. Bu arada parasalcılığın, para politikası ve maliye politikası şeklindeki iktisat politikalarından para politikası üzerinden iktisadî yönetim yapma eğilimi olduğunu kısaca not düşmüş olalım.

CPK, yapıtında on büyük finans balonuna dikkat çekmektedir. CPK, çalışmalarını iktisat ve finansal tarih yorumlarına daha uygun olduğu düşüncesiyle H.Minsky’nin modeline dayandırmıştır. Bu modelde vurgu kredi sisteminin istikrarsızlığına yapılmakta; finansal sıkıntılara neden olmaya yol açması açısından borç yapısının işlevi, vurgunsal (spekülatif) yatırım araçlarının alınıp satılmasının fonlanması için borçlanma konuları önem arzetmektedir. Krizlere sürüklenmek dışsal şokların etkisiyle olmaktadır.

Dışsal şoklara şunlar örnek verilebilmektedir: kimileyin rejim değişikliği, isyan, devrim, restorasyon, geniş bir etki doğurabilecek teknolojik yenilikler, çok kötü veya çok bereketli bir tarımsal hasat dönemi, bir savaş çıkması vb. Bunların sisteme dışarıdan girdiği varsayılır. Minsky modelinin zayıf karnı da tam buradadır, aslında!

CPK’ya göre, kriz süreci cinnet, panik ve çöküş evrelerinden oluşmaktadır. Zaten kitabın üst başlığı da Cinnet, Panik ve Çöküş’tür. Cinnet, paradan para kazanma hırsıyla sağduyunun tümüyle unutulup, menkul kıymetlere ve gayrimenkullere vurgunsal bir biçimde yatırım yapılması, bu yatırımların getirilerinden pay kapma umuduyla bunun yaygınlaşmasıdır.

Panik evresinde ise toplumsal bir psikoz ortaya çıkar. Her yatırım her zaman herkese kazandırmamaktadır. Piyasada sanal değerlerle bir ‘balon’ olduğunun işaretleri ortaya çıkmıştır. Piyasadan çekilme hesapları başlar.

Ancak maalesef piyasadaki mevcut para herkesin çekilmesine yetmeyeceği için, balon patlayıverir ve iflaslar geliverir. Yani çöküş evresi gelip çatar. Cinnet ve paniğin bedelini kimin ödeyeceği ise malumdur; toplum!

CPK, krizlerin yönetiminde çözüm önerisi olarak bir uluslararası son kredi merciinin önemine oldukça önem verir. CPK’ya göre, son kredi mercii finansal krizin olduğu ya da oluşacağı ülkeye kısa vadeli fon aktarımı yapan ülke ya da kuruluştur. Kuşkusuz bu rol kimileyin ortada kalmaktadır.

CPK’ya göre, böyle bir rolü üstlenen ABD gibi bir ‘lider ülke’ veya IMF gibi bir kuruluş olursa, kriz uzun sürmeyebilir, ancak bu rol krizi hafifletebilmekle birlikte, krizin komşu ülkelere bulaşmasını engelleyemeyebilmektedir.

Burası tartışmaya açık bir konu. Ya lider ülkenin kendisi sorunun kaynağı ise ne olacak ya da birisi kurtulurken veya kurtarılırken kim feda edilecek mesela?

İşte tam da bu noktalarda kitabın altıncı baskısını güncelleştiren ARZ’nin katkıları kayda değer nitelikte gözükmektedir. Örneğin, ARZ, eş zamanlı kredi balonlarının birbiriyle bağlantılı olduğu; sermayenin uluslararası hareketleriyle cari işlem dengesizlikleri aracılığıyla uluslararası düzeye taşınması vb. konularında katkılarda bulunmuş. ARZ ayrıca, birbiriyle ilişkili ardıcıl kredi balonları sorunu gibi karmaşık bir sorunu da su yüzüne çıkarmış.

SONSÖZ

Sonsözü yapıtın bu altıncı baskısına da önsöz katkısında bulunan iktisadî büyüme modeli kuramcısı Robert M. Solow’a bırakalım:

‘Bana öyle geliyor ki, Aliber’in bu versiyonu Kindleberger’in temel doğrultusunu korumakla birlikte, CPK’nın nadir örnekler arasında yer yer dağılan çizgisini biraz daha düzgün bir şekle sokuyor. Daha pek çok çılgınlık, panik ve çöküş yaşayabiliriz, ama bu kitabı okuyanlarımız en azından bunlara karşı aşılanmış olacak.’ Haydi çocuklar aşıya!

AÇMALIK: KRİZ ÜZERİNE

Öncelikle krizle hastalık kavramlarının karıştırılmaması gereğini vurgulayalım. Krizin alanı meselesi de önemli! Sürdürülebilirliğin üç boyutuyla (iktisadî kriz, sosyal kriz ve ekolojik kriz) bütünsel (poli) krizden hatta bunun istikrarlı biçimde devamından (permakriz) söz ediyoruz artık.

Malî kriz kavramıyla krizin malî piyasalar temelli olduğunu kastediyoruz, aynen finansallaşan kapitalizm için kullanılan malî kapitalizm gibi. Malî kriz, bankacılık krizi, ipotekli borç senedi krizi gibi türlere de ayrımlanabiliyor.

Kriz konusunda alan ve nedenlerine tanı koyulmasındaki farklılıklar ile, kriz sürecinde ve hatta krizin sonrasında ne yapılması gereği konusundaki farklılıklar mevcuttur. Bu farklılıklar ideolojik olup, kimi kapitalizm içidir, kimi de dışı.

Kapitalizm doğası gereği hastalıklı mı? Sosyalistlere göre öyle; kapitalistlere göre değil!

Kapitalizmin hastalıklı durumunu, sermayenin aşırı birikimi ve giderek eksik tüketim nedeniyle de düşen parasal kâr oranı olarak tanımlamak olanaklıdır. Sermaye sahipleri kârlarını sağlama almak için iki şey yaparlar. Sermayenin organik bileşimini emekten teknolojiye yoğunlaştırıp arttırmaları ve de işçilerin sömürüsü bağlamındaki artık değer oranını arttırmak! Ama böylece parasal kâr oranı da düşer.

Merkez ülkelerin şirketleri çözüm olarak üretim zincirlerini düşük ücretli emek için çevre ülkelere kaydırmışlardı.

Sanayi, tarım gibi üretken sektörlerdeki parasal kâr oranlarının düşmesi nedeniyle, sermaye sahipleri finans alanına (hayali sermaye) kaydılar. Başta ABD olmak üzere merkez ülkelerde neoliberal dönem boyunca finans sektörünün ağırlığı arttı, malî getiriler üretken sektörlerdeki kâr oranının üzerine çıktı.

Malî işlemler sırasında üretken sektörlerdeki iş hacminden kopuk ve hatta hesaplanması bile güç olan hayali işlemlere doğru yoğunlaşmalar oldu. Abartılı ve yaygın borçlandırmalar (ponzi finansman) nedeniyle aşırı tüketim ve hayali sahiplikler ile köpükler ve balonlar oluştu. Şirketlerin piyasa değerleri aşırı arttı.

Sonra balonlar patladı, örneğin dot.com krizi. Kitle imha araçları yani gerçek bir işleme dayalı -veya değil- geleceğe ait sözleşmeler olan türev işlemlerin abartılı katlanması malî piyasalarda kırılganlığı arttırdı.

Merkez kapitalist ülkeler çevre ülkeleri malî piyasalarda kısa vadeli sermaye araçlarına bağımlılaştırıp vahşice sömürdüler; bu ülkelerde tetikçiler aracılığıyla krizler çıkartıp, ülkeyi malî ve giderek iktisadî olarak çökerttiler, sonra da siyasal fetih! Bazen bumerang etkisiyle merkez ülkeler de vuruldu.

Krizden çıkış finansal piyasalardaki aktörler üzerinden yapılacaktı ve bu kuruluşlara para şırınga edildi. Ancak, paralar üretken kesime değil, spekülatif fon akımlarına gitti. Krizin Türkiye vb. çevre ülkelerine yansıması kısa vadeli fon girişlerinden nasiplenen sosyal sınıflar için farklı, nasiplenemeyenler için farklı olmaktadır. Sahiplik mevzuuna dayalı nasip meselesi işte!