Fıtratın ana sütü Kur’an

DAHA önceki yazılarımızda, bugün en çok muhtaç olduğumuz bir şeyden, zihniyet reformundan söz etmiş ve bunun günümüzdeki pratik anlamının akla ve Kur’an-ı Kerim’in özüne dönüş olduğunu ifade etmeye çalışmıştık.

Sosyal, kültürel, dinî ve etnik anlamda fırka fırka, bölük bölük, parça parça edilmeye çalışıldığımız; millet evlatlarının da buna karşı Millî Müdafaa anlamında bir varlık yokluk savaşı verdiği bu kritik süreçte bizi kendimize getirecek, gücümüzü kuvvetimizi toparlatacak yegâne şey, güçlü bir zihniyet reformudur. Böyle bir yenilenme, kendine gelme ve öze dönüş hamlesi bizi köklerimizle yeniden buluşturacak; sosyal/kültürel bünyemize sağlıklı beslenmenin yollarını gösterecektir.

DİNDE REFORM

Böyle bir zihniyet reformundan bahsedenleri haksız bir şekilde dinde reform yapmaya çalışmakla suçlayanlar unutmasınlar ki; aslında dinde reform çoktan yapılmış; Allah tarafından bütün bir insanlığa evrensel ahlak ve hukuk normları hâlinde gönderilmiş din, inananların zihniyet dünyasında bambaşka bir hâle dönüştürülmüş; tebdil ve tevillerle, insan doğası ile çatışan, teferruata boğulmuş, zorlaştırılmış, tevhidî özünden uzaklaştırılıp şekilcilik ile özdeş hale getirilmiş sun’î (müevvel ve mübeddel: yanlış yorumlarla değiştirilmiş) bir din, hatta dinler üretilmiştir.

KUR’AN’DA DİN

Bütün üstün nitelikleri ile Kur’an’da eksiksiz bir şekilde tanımlanan dinin en belirgin özellikleri şöyle sıralanabilir:

1. Kur’an’daki din kolaydır;

2. Hayatı kolaylaştırır;

3. Müjdeler;

4. Özgürleştirir.

Buna karşılık; beşerî müdahalelerle değiştirilerek üretilmiş din/ler ise zordur; hayatı zorlaştırır; korkutur ve köleleştirir.

Yüce Rabbimiz, bütün bir ümmet olarak işlediğimiz bu büyük günahın fotoğrafını bize şöyle gösteriyor:

“O gün ki, (vaktiyle) haksızlığı kendisine yol edinmiş olan kişi ellerini ısırıp, ‘Ah, ne olurdu, Elçi’nin gösterdiği yolu tutmuş olsaydım!’ diyecek, ‘Vah bana, ne olurdu, falancayı kendime dost edinmemiş olsaydım!; gerçekte, bana uyarıcı, hatırlatıcı mesaj geldikten sonra, beni (Allah’ı) hatırlamaktan o uzaklaştırdı!’. Zaten şeytan (işte böyle) yalnız ve çaresiz bırakır insanı. Ve (o gün) Elçi: ‘Ey Rabbim, diyecek, kavmim bu Kur’an’ı terk edip ondan uzak durdu!’ “ (25/Furkan, 27-30)

Bugün İslam toplumlarının karşısında duran en yaşamsal soru şudur:

Bizi felaketlerden felaketlere sürükleyen bu büyük günahtan kurtulmanın çaresi nedir?

Böyle bir sorunun da tek cevabı bulunuyor: Kendimizi her türlü batıldan uzaklaştırıp, yüzümüzü akılcı düşünceye, Kur’an’daki evrensel karaktere, ilahî mesajın ruhuna, yani insanın onun üzerine yaratıldığı Allah fıtratına çevirerek, tarumar ettiğimiz fabrika ayarlarına geri dönmek...

EVRENSEL GERÇEKLERİN BAHÇESİNDEKİ BESİNLER

Bakınız Kur’an bu en hayatî sorun ile ilgili olarak da ne kadar açık konuşuyor:

“O halde sen bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran (ki) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.” (Rum, 30)…

Kur’an’ın tanıklık ettiği büyük gerçeği bir metaforla ifade edelim:

Sosyal, kültürel ve fikrî anlamda yanlış/eksik beslenmenin sonucu olarak bünyemizde çıkan yaraların, vücudumuza arız olan ölümcül hastalıkların çaresi duygu, düşünce ve inanç dünyamızı evrensel gerçeklerin bahçesinde yetişen besinlerle doyurmanın yollarını aramak; genetiği ile oynanmış gıdaların zehirleyici etkisinden kendimizi kurtarıp kalbimizin ve aklımızın bebeğini bilimsel bilginin suyu ve fıtratın ana sütü olan Kur’an ile beslemenin çaresine bakmaktır.