Fotoğraf arşivlerimizin çoğu dışarıda...

Fotoğraf tarihimizin her hangi bir dönemine ilişkin araştırma yapmaya kalkışanların karşılaştıkları en büyük zorluklardan biri de, hiç kuşku yoktur ki bu konudaki arşivlere ulaşabilme zorluğudur. Çünkü ülkemizin kütüphane ve müzelerinde yer alan bu konudaki arşivler, ne yazık ki, ne nitelik ne de nicelik açısından istenilen ve de arzu edilen bir düzeyde değildir. Bir nazar boncuğu gibi sakladığımız –ve de övündüğümüz- Yıldız albümlerinin dışında, bu alanla ilgili dişe dokunur bir arşivimiz olduğunu söylemek oldukça zordur. Bundan dolayıdır ki, Türkiye’de bu konu üzerinde çalışacakların yapacağı ilk iş, kendi kütüphane ve arşivlerimiz yerine, dışarıda uzun ve yorucu bir maratona kendilerini hazırlamak ve ardından da bu arşivlerin arasında gezinmektir.

Gerçekten de bu coğrafyanın fotoğraf konusunda hangi dönemin hangi konusu hakkında araştırma yapılırsa yapısın, bu araştırmalarında mutlaka, ama mutlaka, kendi ülkelerinin kurumlarından daha çok, dışarıdaki arşiv ve koleksiyonlarda çalışmak zorunda olacaklarıdır.

İşin daha garibi –ya da şaşırtıcı olanı- ise, dışarıdaki arşiv, koleksiyon ya da kütüphane ile vakıfların bünyelerinde olan bu arşivlerin yalnızca ülkemizden, bağış, satın alma vs gibi çeşitli yollardan elde edilmeleri değil, bunları elde edenlerin neredeyse tümüne yakının bizim vatandaşlarımızın oluşudur. Yani bir takım Türk akademisyenler, araştırmacılar ya da meraklılar toplamış, ama bu topladıklarına kendi ülkelerinde sahip çıkacak bir arşiv, üniversite, kütüphane ya da vakıf gibi bir yerler bulamadıklarından, dışarıya götürmek zorunda kalıp, orada gereği gibi değer bulup değerlendirilmelerini sağlamışlardır.

İşin acı yanı ise; bugün fotoğraf tarihimizin hangi döneminde, her hangi bir konusunda, her hangi bir çalışma yapmak istenirse, bu çalışmanın büyük bir kısmının, bizden olan kişilerin, bizden olan eserlerle, bizim olmayan kurumlara verdikleri, bağışladıkları ya da onlar için topladıkları arşivlere başvurularak yapılma zorunluluğunun olmasıdır. Çünkü bu arşivlerin çoğu, tarihi eserler gibi ülkemizden çalınmamış, aksine ülkemizde dün olduğu gibi bugün de değer görülmediği için yabancılar tarafından sahip çıkılıp değerlendirilmiştir. Ve değerlendirilmeye de devam edilmektedir.

Peki, hem yerli hem milli olmayı hedefleyen, hem de hamasette mangalda kül bırakmayıp, geçmişten söz eden bizde, bizim coğrafyamızda neden olmuyor böyle şeyler? Neden yüzü aşkın bir üniversitemizde, yüzlerce vakfımızda, derneğimizde, belediyemizde kısacası aklınıza gelen ya da gelmeyen herhangi bir özel kuruluşumuzda, kütüphanelerimiz ve de müzelerimizde bu tür değerlere sahip çıkmıyor, çıkamıyoruz da, yabancı kuruluşlara adeta hediye edercesine cömertçe sunabiliyoruz. Anlamak, anlayabilmek mümkün değil…

Bırakın ABD’yi, Avrupa ülkelerini bir yana, yalnızca Ortadoğu’da bu tür arşivlere sahip olan birkaç üniversite ve vakıf var. Ders verdiğim üniversitelerin en üst yönetimlerine bundan söz ettiğimde ise “senin başka işin yok mu” dercesine işi geçiştirdiler. Ortadoğu’da söz sahibi olmanın yolu yalnızca hamasetle olmuyor, onların kültürlerine de sahip çıkmaktan geçiyor.

İnanın sözünü ettiğimiz bu tür arşivlere sahip olmak o kadar zor değil… Hatta hiç ama hiç zor değil… Daha doğrusu her gün Anadolu’nun kent meydanlarıyla parklarına bir yenisi eklenen çatal ucuna takılan köfte ile karpuz içindeki çocuk heykeline, bilemediniz bir de Ankara’nın dinozor heykellerine ödenen miktar kadar.

Bizim olanın onlarda, onlarda olanın bizde olmayışının tek nedeni ise; bizim milli ve de yerliliği karpuz ile çatala takılı köftede, onların ise geleceğe taşınan geçmişte arayış ve uygulayış biçimidir…

Biraz kültür, birazdan daha fazlası da estetik düzey…

Sanırım; bu da bizim olanın, bizde değil de neden onlarda olduğunun yanıtıdır…

Elin arşivlerinde bizim ecdadımızın geleceğe sunulan çocukluk, evlilik, aile fotoğrafları, bizim meydanlarımızda çatala takılı köfte…

Gel de kahrolma…