Fotoğraf sanatçılarımıza sahip çıkamıyoruz

Geçenlerde -adı bizde saklı kalsın- uluslararası üne sahip bol ödüllü bir fotoğraf sanatçımızın tüm fotoğrafları ve de makineleri, deyim yerinde ise pazara çıktı. Sanırım parça parça dağıtılarak alıcılarını bulacak. Bu ve buna benzer birçok örnekte gördüğümüz ve de yaşadığımız gibi, bu önemli görsel malzemeyi bir kurumun ya da bir meraklısının sahip çıkması beklenmiyor… Ya da bir diğer söyleyişle bu coğrafyada her fotoğraf sanatçısı Ara Güler kadar şanslı olmuyor, olamıyor… Ara Güler bile yaşamının son yıllarında ülkemizdeki fotoğraf arşivlerinin ve sanatçıların içine düştüğü durumlardan haberdar olduğundan büyük bir karamsarlığa düşerek kendisiyle yapılan bir söyleşide “arşivimi yakmak lazım, yoksa kiloyla satarlar “ demişti. Ama öyle olmadı… İşin değerini bilenler tarafından sahiplenerek kurtuldu…

Ama Türk fotoğrafçılığı bir Ara Güler ile sınırlı değil. Daha tanıdık ve de tanımadık, bu coğrafyanın görselliği peşinde koşup da, hatırı sayılı arşivlere sahip olan niceleri de var… Tanımadıklarımdan kastım; bir zamanlar en küçük ilçelerde bile varlıklarını sürdüren, ama çektikleriyle bu ülkenin görsel topografyasını ortaya koyan, genel bir tanımlamayla “kasaba”, ya da “taşra” fotoğrafçılarından söz ediyorum. Bu tanımlama, belki eksik, tam bir tanımlama değil. Bu tür fotoğrafçıları “kasaba” ya da “taşra” diye isimlendirmemiz, bir yöre ya da yerden daha çok, yaptıkları işlerdeki ortak paydadan ötürüdür. Bu tanımlamanın içine büyük kentin “Foto” ile başlayan tüm fotoğrafçıları da girer… Acaba; sosyokültürel alanımızın en özgün ve otantik örneklerini ortaya koyan ve de 20 ile 60’lı yıllarda hatırı sayılır örnekler veren bu fotoğrafçılarından kaçının arşivine sahibiz… Ya da bu arşivlerden kaçı günümüze dek gelebilmiştir? Binlercesinden arda kalanlar, yalnızca bir Foto Galatasaray, bir Osep, bir Foto Osman, ya da Hamza Rüstem, Othmar ile Foto Behçet vs mi olmalıydı? Kimi meraklılar bunların dışındakileri tek tek bir araya getirmek istiyor ama nafile… Giden gitmiş bir kere… Basın fotoğrafçılarımızın arşivleri de aşağı yukarı aynı. Bu alanın tarihi de yalnızca Selahattin Giz ya da birkaç tanesiyle yazılamaz ki? Atatürk’ün fotoğrafçıları olarak isimlendirdiğimiz bir dönem fotoğrafçıların arşivlerinin akıbetleri ise içler acısı. Yangınlar, su basmaları, kaybolmalar ya da ne bileyim bunlar gibi yok edici birçok neden. Günümüze dek gelebilmiş çoğu Mustafa Kemal fotoğraflarının hangi fotoğrafçılar tarafından çekildiğini bile tam olarak bilemiyoruz… Ne yazık ki, Türk fotoğraf sanatının birer kilometre taşları olan aramızda olan ve de olmayan onca ünlü fotoğraf sanatçımızın arşivlerinin durumu ve geleceği de –bir kaçının dışında- kuşkulu. Yitirdiğimiz kaç fotoğraf sanatçımızın arşivlerine sahibiz, ya da var olanların hangilerine ulaşabiliyoruz? Orası da bir başka sorun… Bu gün, bilgisayarın başında yabancı kaynaklı yüzlerce fotoğraf arşivinin bulunduğu sitelerin içinde kaybolup giderken, yalnızca onlara hayranlık duyup önlenemez bir kıskançlığın içinde olmuyoruz, dahası ve ötesi, bugüne dek ihmalkarlığımız ve de ilgisizliğimiz yüzünden farkına varmayıp ıskaladığımız bir görsel hazinenin de tariflere sığmaz yokluğunun üzüntüsünü duyup, kahroluyoruz… Çünkü bunları bir araya getirip toplayan, yarınlara bırakacak olan bir fotoğraf müzemiz, bir fotoğraf bilgi belge merkezimiz, bir arşivimiz yok. Bu alandaki belleğimiz çok ama çok zayıf. Olanı kapatıyor, yerine yerli ve yabancı bitpazarlarından toplanmış makineleri yan yana dizip ona da müze diyoruz… (Tıpkı açtığımız sinema müzesinde olduğu gibi).

Yaşayan ve de yaşamayan fotoğraf sanatçılarımızın eserlerinin, arşivlerinin, birikimlerinin (şapka, ya da ceketlerinin değil) yaşamlarını adadıkları eserlerinin, fotoğrafa ilişkin bilgi ve belgelerin, cam negatiflerin, laboratuvarların, stüdyoların, kitaplığın değil dev bir kütüphanenin vs. olduğu bir müzeye ya da bir görsel bilgi belge merkezine, ya da tüm dünyaya açılan fotoğrafçılarımızın eserlerinden derlenen görsel bir arşive sahip olabilmemiz o kadar zor mu? İnanın sanıldığı gibi hiç de zor değil… Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, on kişinin izlediği bir filme verdiği destekle bile bunların hepsi, ama hepsi olabilir… (Bu filmlerin hangileri olduğunu daha önce defalarca yazmıştım) Evet… Belki çok ama çok geç…

Ama olanaksız değil… Çünkü hayatta olan ve olmayan tüm fotoğraf sanatçılarımızın eserleri de en az büyük usta Ara Güler’in arşivi gibi şanslı olup, gelecek kuşakların sahipleneceği en değerli mirası olmayı hak ediyorlar…

Bir sanatın belgesi yoksa tarihi de yoktur…