Fotoğraf ve radyo müzeleri
Bir ülkenin ya da daha küçük ölçekli bir tanımlama ile bir kentin gelişmişlik çizgisinin en belirgin parametreleri nelerdir diye düşünüldüğünde, ilk akla gelen, o kentteki kültür-sanat etkinliklerinin niteliği ile geçmişi geleceğe taşıyan müzelerinin sayısal ve niteliksel durumudur herhalde. Türkiye’deki kentler bu ölçekle değerlendirildiğinde ortaya çıkan durum, ne yazık ki pek tatmin edici değildir. Bizim kentlerimizle, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinin herhangi bir kenti kıyaslandığında ise ortaya çıkan durum, tatmin edicilik bir yana, neredeyse utandırıcı -yoksa korkutucu mu- boyutlardadır.
ANADOLU’DAN KAÇIRILMIŞ
Tarihî eserler açısından İtalya ve Yunanistan’la birlikte dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alan Türkiye’nin, öteden beri müzecilikle pek ilgisi olmamıştır dersek, sanırım yanlış anlaşılmaz. Osman Hamdi’nin Avrupalılar tarafından talan edilen Küçük Asya’nın değerlerini korumak için uğraş verdiği müzecilik serüveninde nelerle karşılaştığını bilmeyen yok gibidir. Osmanlı döneminde bir padişahımızın, “o taşların bizim için bir kıymeti yok” gibisinden küçümsediği tarihî eserlerin yazgısı, ne yazık ki Cumhuriyet döneminde de sürmüş, bu konuyla ilgili bakanlarımızdan birinin, “ bize Selçuklu ile Osmanlı eserleri yeter, gerisi ne olursa olsun” anlamındaki sözleriyle günümüze değin süregelen talihsiz yaklaşımlar olmuştur.
Bugün dünyanın en büyük müzeleri arasında yer alıp ziyaretçi rekorları kıran Louvre (Paris), British Museum (Londra), Metropolitan (New York), Hermitage (St Petersburg) müzelerindeki eserlere bakıldığında, vaktiyle birçoğunun Anadolu’dan kaçırılmış -ve günümüzde de kaçırılan- eserler olduğunu görürüz. Sahip oldukları tarihi eserlerin bilincine varamayan toplumların kahrolası yazgısıdır bu...
KENTİN BELLEĞİ
Her ne kadar Anadolu’nun birçok önemli antik merkezi yabancı ülke arkeologlarına yıllar yılı teslim edilmişse de, kimi kentlerimizde bilinçli bir müzecilik konusunda hatırı sayılır girişimlere rastlanmaktadır. Çoğunlukla özel koleksiyoncularla müzeciliğin önemini kavramış yerel yönetimlerin işbirliğiyle oluşturulan ve de oluşturulmaya çalışılan bu müzeler -her ne kadar “butik müze” ya da günümüzde önem kazanan “endüstriyel arkeoloji “ olarak tanımlayacağımız, bir zamanların kullanılan nesnelerini içerse de- bir kentin belleğini oluşturmakta çok önemli misyon üstleniyorlar.
Özel butik müzeler konusunda önemli adımlar atan kentlerimizin başında ise Malatya geliyor. Malatya özel müzeliğin önemine inanmış bir girişimle açtığı fotoğraf müzesinin yanında bir de, önümüzdeki aylarda açılacak olan radyo müzesinin çalışmalarını yaparak bu kenti bir müzeler kentine dönüştürmeye çalışıyor. Sözünü ettiğimiz bu müzeler, deyim yerindeyse ciddi bir koleksiyonculuğun ürünü... Yani bizim genel olarak adlandırdığımız “butik müze”nin sınırlarını zorluyorlar. Örneğin fotoğraf müzesi hem nicelik hem de nitelik açısından şu anda -bildiğim kadarıyla- Türkiye’nin en zengin ya da en kapsamlı müzesi konumunda. Müzeyi gezerken, fotoğrafın ve de fotoğraf tekniğinin gelişim sürecine de binlerce eserle tanıklık edebiliyorsunuz. Kısa bir süre sonra açılacak radyo müzesi de yine nitelik ve de nicelik açısından aynı zenginliği içererek, konusunda ülkemizin en büyüğü olmayı hedefliyor.
Geçenlerde bir bakanımız, “birçok belediye başkanı çiçek, böcek, sanat, sanatçı, kültür aktiviteleriyle uğraşıyor... Arkadaşlar yapmayın...” diye yakınıyorsa da, kimileri inadına sanatla, kültürle, müze ile uğraşıyor.
Hangisi mi haklı? Bırakalım bunun yanıtını da tarih versin.