Fransa Kıbrıs’a yerleşiyor

Uzun yıllardır Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile çok yönlü ilişkiler içinde olan Fransa, son dönemlerde kantarın topuzunu kaçırdı. Uluslararası antlaşmaların hilafına Kıbrıs’ta askeri olarak üslenme çabalarına büyük hız verdi.
FRANSA VE AB İÇİN DENİZ VE HAVA ÜSSÜ
Politis gazetesi haberi şöyle geçti: “Fransız Cumhurbaşkanı Macron geçtiğimiz Ocak ayında adayı ziyaret etti. Güney Kıbrıs’a demir atan Fransız gemileri, Macron’un sözünü ettiği iki ülke arasındaki savunma işbirliği çalışmalarının başarılı şekilde sonuçlanmasının mührünü teşkil ediyor.” Fransız Donanması için Mari/Larnaka’daki “Vangelos Florakis” deniz üssünün kapasitesini genişletme çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor. Üssün 2019 sonu ya da 2020 başında sonuçlanacağı tahmin ediliyor. Deniz üssü AB’ye ait gemilere de hizmet verecek! Diğer taraftan GKRY, Baf’ta bulunan “Andreas Papandreu” hava üssünü de modernize ediyor. Bu üs AB’ye ait hava vasıtaları için hazırlanıyor. GKRY, AB’ye hem deniz üssü hem de hava üssü kolaylıkları sağlayarak, Türkiye ile karşı karşıya getirmeyi hedefliyor.
KAZAN-KAZAN!
Yunan/Rum basınında bu gelişme “kazan-kazan” ekseninde değerlendirildi. Fransa’nın “Avrupa Birliği (AB) adına GKRY’ye bir koruma kalkanı sağlayacağı, buna karşılık Suriye ve Lübnan’daki kayıplarından sonra bu ülkenin Doğu Akdeniz denkleminin bir parçası olacağı” ifade edildi. Bilindiği üzere 1974 sonrasında Fransa, GKRY’ye yüklü miktarda silah satışı gerçekleştirmişti. Önümüzdeki dönemde Macron ile Anastasiadis’in Lefkoşe ya da Paris’te ikili bir görüşme yapması planlanıyor. Bu görüşmenin sonunda enerji ağırlıklı ortak bir açıklamanın yapılacağı vurgulanıyor. Fransa, özellikle TOTAL enerji şirketinin GKRY’den arama ruhsatı almasından sonra bu ülkedeki üslenme çabalarına hız verdi.
GARANTİ ANTLAŞMASI
Kıbrıs’ta Türkiye’yi işgalci ilan eden, ülkemizi uluslararası hukuka uymamakla suçlayan Batı ülkeleri son dönemlerde hukukun, bütünüyle dışına çıkmıştır. Yavuz hırsızın ev sahibini bastırdığı bir durumla karşı karşıyayız. Yasa dışı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma antlaşmaları dâhil hemen her alanda Türkiye’ye karşı bir soğuk savaş yürütülmektedir. Zürih’te imzalanan 11 Şubat 1959 tarihli Garanti Antlaşması son derece açık ve nettir.
Antlaşmanın birinci maddesinde şu hususlar yer alır: “Kıbrıs Cumhuriyeti, kendi bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini devam ettirmeyi güven altına almayı taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, ayrıca tümüyle veya bir bölümüyle herhangi bir devlet ile hiçbir şekilde siyasi veya ekonomik bütünleşmeye girmeyeceğini taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, bu maksatla adanın gerek birleşmesini, gerekse taksimini doğuracak doğrudan doğruya veya dolaylı olarak gerçekleştirmeye yardımcı ve teşvik edici tüm hareketleri yasaklar.”
Anlaşmanın ikinci maddesi ise şöyledir: “Yunanistan, İngiltere ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birinci maddede belirtilen taahhütlerini kaydederek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın temel maddeleri ile oluşan durumu tanırlar ve garanti ederler. Yunanistan, İngiltere ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin diğer herhangi bir devlet ile gerek birleşmesini, gerekse adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak gerçekleştirmeye yardım ve teşvik edici bir amacı olan tüm hareketleri kendi yetki ve ilgileri oranında önlemeyi üstlenirler.”
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Görüldüğü gibi Garanti Antlaşması Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güvenliğini sağlama konusunda sadece garantör ülkeler olan Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’a yetki vermektedir. Fransa’nın GKRY ile savunma ve güvenlik antlaşmaları yapması uluslararası hukukun bariz ihlalidir. ABD ve Fransa başta olmak üzere Batı ülkelerinin bütünüyle hukuk dışına çıkarak uluslararası ilişkileri sürdürdüğü bir döneme girdik. Kıbrıs’ta üslenme olanağı kazanan AB için hukuk hiçbir anlam ifade etmez. Her ülke ve ittifak jeopolitik önceliklerine göre adım atıyor. Bu kadar hukuk tanımaz ve ön yargılı olan ülkeler Kıbrıs sorununun çözümünde taraf olamaz. AB’ye Kıbrıs sorununun çözümünde etkin bir rol biçmek, Türkiye ve KKTC’nin köküne dinamit koymakla eş anlamlıdır. Akıncı’nın Avrupa ve AB aşkıyla yanıp tutuştuğu bir dönemde Türkiye’nin sessizliği dikkate alınırsa, durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılır. Türkiye kendine yeni bir rota çizmeli, Batı’nın ikiyüzlü ve sinsi politikalarına aldırış bile etmeden, kararlılıkla yoluna devam etmelidir.
NOT: Truva Atı Stratejisi (6 Mart 2019) başlıklı yazımda Hava Kuvvetleri Komutanı Org. David Goldfein, sehven Genelkurmay Başkanı olarak belirtilmiştir. Düzeltir, okurlarımdan özür dilerim.