Fransa’nın Afrika politikasının iflası

Emmanuel Macron’un cumhurbaşkanı seçildiği 2017 yılında, Fransa Afrika’da etkisini yitirmeye başlamıştı. Çünkü 2000’li yıllarda Afrika, Yeni Dünyanın çekim merkezi olan Çin’e yönelmeye başlamıştı. Emperyalist güçler özellikle Fransa ABD ile birlikte Çin’in yükselişini durdurmak ve etki alanlarını korumak için bir dizi darbeler tezgahladı ve ülkeleri işgal etti. ABD işbirlikçişi Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 2010’da ABD ile birlikte Fildişi Sahili’nde, başta Çin olmak üzere BRİC ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye önem veren Laurent Gbagbo’yu devirdiler. 2011’de Libya’ya saldırarak Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’yi katlettiler. 2012’de seçimi kazanan Sosyal Demokrat François Holland, Sarkozy’nin Atlantikçi saldırgan çizgisini devam ettirdi; 2013 yılında Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne askeri müdahalede bulundular. Bu yıllardan sonra Çin’in yanında Hindistan, Rusya, Türkiye ve Suudi Arabistan da Afrika ülkeleriyle ekonomik, askeri ve kültürel ilişkilerini geliştirdiler.

MACRON’UN SÖMÜRGECİLİĞİ GİZLEME ÇABASI

Macron ilk seçildiği yıl, iflas eden Afrika politikasını gözden geçirmek ve yıpranan imajını düzeltmek için 28 Kasım 2017’de Burkina Faso'nun Ouagadougou kentinin Joseph Ki-Zerbo Üniversitesi’nde öğrencilere şöyle sesleniyordu: “Fransa için artık bir Afrika politikası yok… Sizin gibi ben de Afrika'yı hiçbir zaman sömürgeleştirilmiş bir kıta olarak tanımayan bir nesilden geliyorum... En güzel anıları Nelson Mandela'nın zaferi olan bir nesilden geliyorum... Sömürgeleştirme suçlarının tartışılmaz olduğu bir Fransız neslinden geliyorum... Gelip Afrika'ya ne yapması gerektiğini söylemediğimiz bir nesilden geliyorum.” Macron, eski sömürgeci Fransa ile sömürgeleştirdiği kıta arasındaki bağı yenilemeyi hedeflemişti.

Fakat dünya eski dünya, Afrika da eski Afrika değildi. Çin, Rusya ve Türkiye gibi Avrasya’nın öncü ülkelerinin Afrika’da güçlenmesinin yarattığı ılımlı iklim, Afrika’da bir dizi ülkede sömürgeci emperyalistlere karşı bir direniş ve mücadele başlatmıştı. 2020’lerden sonra Mali, Burkina Faso ve Nijer’in Fransız emperyalizmine karşı kazandığı bağımsızlık mücadelesiyle kıtada ikinci bağımsızlık dönemi başladı. Fransa’nın Afrika politikası iflas etmiş ve duvara toslamıştı.

YIKILMADIM AYAKTAYIM TUTUMU

Yenilgiyi kabullenemeyen Fransa Cumhurbaşkanı, bugün çaresizce Afrika’daki etkisini sürdürme çabası içinde. Mali ve Burkina Faso’dan umudunu kesen Macron Nijer ile anlaşmanın yolunu arıyor. Fransa’nın nükleer enerji çarkının dönmesi ve ülkeye yayılmış 56 reaktörün elektrik üretimini gerçekleştirebilmesi için uranyuma ihtiyacı var.

Fransız Orano şirketi, Nijer’in uranyum yataklarını işletmekte. Fransa nükleer santrallerini çalıştırmak için gerekli olan uranyumun yüzde 10-15’i Nijer'den temin ediyor. Uranyum madenciliği şirketi Orano, Nijer'de faaliyet göstermeye devam edeceğini açıklamış. Diğer taraftan Nijer, Fransız askerlerini kovdu ve yıl sonuna kadar çekilmiş olacaklar. Askeri etkinliğini yitiren Fransa Nijer ile ekonomik ve ticari ilişkilerini eski sömürgeci anlayışla sürdürebilecek mi? Böyle giderse biraz zor!

Çünkü Macron yüksek perdeden konuşmaya devam ediyor ve dünyaya yıkılmadım ayaktayım mesajı vermek istiyor. Geçen hafta, Fildişi Cumhurbaşkanı Alassane Ouattara Fransa’yı ziyaret ederek Élysée Sarayı'nda Macron ile görüştü. Görüşmenin merkezinde Fransa’nın zor durumda olduğu Sahel bölgesi özellikle de Nijer vardı. Le Monde gazetesine göre, Macron Nijer’in devrik Devlet Başkanı Muhammed Bazoum'a "tam desteğini sürdürdüğünü, eşi ve oğluyla birlikte göz altında olan Bazoum'un serbest bırakılmasının darbecilerle yapılacak müzakereler için bir ön koşul olduğunu” söylemiş. Bununla da yetinmemiş; Bazoum'un yeniden göreve getirilmesini ve Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu ECOWAS'ın Nijer’e askeri müdahalesini savunmuş. Bir gün sonra da Avrupa Parlamentosu, Bazoum'un tutukluluğunu kınayan ve derhal görevine iade edilmesi kararı almış.

AFRİKA POLİTİKASI DİKİŞ TUTMUYOR

Batı’nın ve Macron’un Afrika’daki gelişmeleri kavramadığı daha doğrusu kabullenmediği görülüyor. Diğer taraftan Fransız halkının çoğunluğu Macron’un Afrika politikasına güvenmediğini ortaya koyuyor. Le Figaro tarafından yapılan bir ankete göre Fransızların yüzde 62’si Fransa ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin geleceği konusunda kötümser ve Macron'un Afrika ülkeleriyle "yeni ve dengeli bağlar" kurabileceğine inanmıyor. Geçen hafta, Fransız Ulusal Meclis’i Afrika gündemiyle toplandı. Fransa-Afrika ilişkilerinin son 10 yılı masaya yatırıldı. Macron’un Afrika politikası topa tutuldu. 60 sayfalık Meclis tutanağının değerlendirmesi başka bir yazının konusu olacak. Milletvekillerinin konuşmalarından kısa birkaç alıntı yapacağım:

  • Ulusal Birlik Partisi Grup Başkanı Marine Le Pen: “Emmanuel Macron döneminde bu politika, son aylarda Nijer'deki uğursuz yanlış girişimin en üst noktası olacağı bir hatalar, tutarsızlıklar ve çelişkiler magması içinde kayboldu”.

  • Demokratik ve Cumhuriyetçi Sol Milletvekili Jean-Paul Lecoq: “Emmanuel Macron'un bu yaz Nijer'de gerçekleşen darbeye verdiği tepki ve Paris tarafından teşvik edilen ECOWAS’ın öncülük ettiği savaş tehdidi, aynı utanç verici refleksin, yani düşük fiyatlarla satın aldığımız Nijer uranyumuna erişimi kaybetme korkusunun bir parçasıdır.”

  • Sosyalist Parti Milletvekili Anna Pic: “Üç yıl içinde, iyi ilişkiler içinde olduğumuz Mali, Burkina Faso ve Nijer'de, Fransa'ya karşı güvensizliğin arttığı bir ortamda, silahlı kuvvetlerimizin ve diplomatlarımızın ülkeyi terk etmesini talep edecek kadar ileri giden darbeler yaşandı. Dahası, Fransa'nın Afrika'daki pazar payı 2001 yılında %10,2 iken 2021 yılında sadece %4,1 olacaktır. Almanya ve Türkiye bizi geride bırakmış durumda. Bu arada Çin %18'lik bir oranla lider durumda.”

  • Boyun Eğmeyen Fransa Milletvekili Arnaud Le Gall: “Şu feci çifte standart uygulamasına bir son verelim. Nasıl olur da bir ülkede darbeleri kınarken, Çad'da olduğu gibi başka bir ülkede darbecileri baş tacı edebiliriz? Nasıl olur da bazı katliamları kınarken diğerlerini meşrulaştırabiliriz? ...Siyasi bağımsızlıktan altmış yıldan fazla bir süre sonra halk ikinci bir bağımsızlık talep ediyor ve egemenliğini açıkça yeniden teyit ediyor.”