Frida Kahlo ve 'özgür aşk'
Kahlo, “yeni yetme solcuların” özgürlük tutkularının, muhalifliklerinin ve anarşist ruhlarının “takdir belgesi” olarak sosyal medya duvarlarını en çok süsleyen figür. Ona söz söylemek, eleştiri oklarına göğüs germeyi gerektirecek. Onun için şimdilik bulaşmak istemediğim bir konuydu. Zamanını bekliyordum.
Bu sabah rastladığım bir haber beni, ister istemez bu konu üzerinde düşünmek zorunda bıraktı. Habere göre “Frida Kahlo’nun emojisi, FridaMoji geliyor”muş. Geç bile kaldılar, diye düşündüm.
Popüler kültürün temel maddesini oluşturan tüketim kültürü, tüketilen şeyin içeriğini tersine ve tam karşıtına dönüştürerek insanları, tükettiği şeyin gerçeğinden koparıyor. Sonu olmayan bir tüketme çılgınlığını merkezine alan teori, insanları tükettiği şeyin budalası ve düşkünü yapıyor. Böylece tarihsel olarak ilerici bütün değerler, geri; gerici olan bütün değerler ise ileri bir çerçevede yeniden üretilerek pazarlanıyor. Sistemi tehdit eden fikirlerin ve sembollerin kötülenmesinin, sistemle uyumlu her şeyin yükseltilmesinin nedeni budur.
Toplumsal değerler ve aşk gibi duygular da bu tüketim kültüründen payına düşeni alıyor.
'SODOM VE GOMORE'DE AŞK
“Sodom ve Gomore”nin yazılmasının üzerinden epey zaman geçti. Yakup Kadri bu romanında, Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul burjuvasi ve işgalci subaylar arasındaki ilişkiyi toplumsal değerler açısından sorguluyor. Roman, İstanbul’da emperyalizme teslim olan burjuvazinin, çürüyen emperyalist kültüre nasıl saplandığını ve bu çürümüşlük karşısında, Anadolu’dan ilerici ve devrimci ulusal kültürün, emperyalizmle savaş içerisinde nasıl yükseldiğini oldukça gerçekçi ve canlı bir dille yansıtıyor.
Lenin emperyalizmi, kapitalizmin en asalak ve en çürüyen biçimi olarak tarif ederken sadece ekonomik bir gönderme yapmıyordu. Bütün toplumsal normlar açısından da bir değerlendirmede bulunuyordu. Emperyalizm, Lenin’in tarif ettiği ölçülere göre daha çok asalaklaşan ve daha çok çürüyen bir sistem haline geldi.
Bugün emperyalist-kapitalist sistemin insanlığa tek vaadi “Sodom ve Gomore” olmaktır. Eşcinsel evlilikler, ensest ilişkiler, sübyancılık Batı’da yükselen değerlerdir. İnsanın türsel doğasına uygun yaşaması, üretmesi, aşık olması, paylaşması ise değer yitirmiştir. Sistem insanlığın uygarlık birikimini ve uygarlaşma değerlerini barbarlık kıskacına sıkıştırmış ve ahlaki değerlerini ayaklar altına almıştır.
Emperyalist-kapitalizmin en geliştiği coğrafya olan Batı’dan yükselen bu çürüme, bizim gibi ülkelere “özgür aşk” olarak yansıyor. Yani aşk, uğruna çile çekmeyi gerektirecek bir şey değildir! Basittir; kuş gibi daldan dala konarak sevgi taşınabilir! Sevgiliye kavuşmak en derin özlem değildir; özlem daha fazla cinsel ilişki, daha fazla tüketmek, daha fazla tükenmektir! Gerçek yaşam, anlık hazların peşinde koşmak ve sevgiden muaf günler yaşamaktır! İşte Frida Kahlo burada karşımıza çıkıyor.
KAHLO VE 'ÖZGÜR AŞK'
Frida Kahlo, nasıl birçok gencin “kahramanı” haline geldi? Neden bu kadar “popülerleşti”? Hangi amaçla popüler kültürün önemli bir figürü yapıldı? Bu soruların cevabı hem Kahlo’nun hayatının çalkantılarından hem de Türkiye’de yaratılan ideolojik iklimden ve bu ikisi arasındaki uyumdan çıkarılabilir.
Her ideoloji, her fikir doğrudan olduğu gibi belli semboller aracılığıyla da yayılır. Bir ideolojinin, yayıldığı sembolün içeriğinde görünmez olması, o sembole rengini vermediği anlamına gelmez. Söz gelimi şeker çayın içinde görünmezdir ancak, çaya tadını verir; hatta çayın tadını bambaşka bir tada dönüştürür.
Bugün Kahlo üzerinden neoliberalizmin kuralsız özgürlüğü, özellikle sol eğilimler içerisinde yayılıyor ve sahipleniliyor. Marjinal görünüm, bayağılaşma, anarşizm bu sahiplenme üzerinden değer kazanıyor. Kahlo “özgür aşk”ın meşruluk kaynağı haline getiriliyor.
Kültürel bozulmayı, yabancılaşmayı, çürümeyi, radikalleşmeyi, suya sabuna dokunmayan muhalefeti ve öznelciliği sol bir değer üzerinden kitlelerin hayatına yerleştirmek, emperyalist-kapitalist sistemin neoliberal aşamasındaki büyük buluşu olsa gerek. Kahlo’nun hayatı da bu buluşa zemin hazırlıyor.
Kahlo’nun kocası Diego Rivera ile yaşadığı “özgür aşk”, Onu parlatanlar tarafından sahipleniliyor ki; Onun en çok aşk üzerine fikirleri paylaşılıyor. Çiftin çalkantılı bir evliilik yaşantılarının olduğu; evlilikleri süresince başkalarıyla da cinsel ilişki kurdukları biliniyor. Kahlo’nun Troçki ile ilişkisi meşhurdur. Böylece “özgür aşk” meşruluk kaynağını Kahlo’da buluyor.
Aşk tarifi yapmak gibi bir amacımız yok bu yazıyı yazarken. Amacımız, küresel karşıdevrimin ülkemize kültürel kodlarını girerken, “özgür aşk” üzerinden köprübaşı kurduğu tezini sunmak. Burada Frida Kahlo sadece bir örnek, mesele daha derin.
GELECEKSİZ İNSANIN SAPKINLIĞI: ÖZGÜR AŞK
İnsan ütopyalarıyla vardır. Yani geleceğe dönük özlemiyle, tutukusuyla, geleceği kurma içgüdüsüyle. Marks, insanı insan yapan iki etkinliğe vurgu yapar: Üretim etkinliği ve ürelim etkinliği. Bu iki etkinlik de insanın gelecek arzusunun ürünüdür (Alman İdeolojisi).
Geleceğinden umudu olmayan insan, hayatı sürekli üretme etkinliğinden de vazgeçer. Küresel karşıdevrim programı insanı, geleceksizliğe mahkun ederek anlık hazların içine çeken bir kültür üretti.
Mehmet Ulusoy, “… gelecek tutkusu ve umudu yoksa, her şey bugün yaşanıp atılacaksa, ne gerek var çocuk yapmaya, ne gerek var olmayan gelecek için yaşamaya, sanatsal yüce eserler vermeye, estetiğe, ahlaka!.. O halde, hayatı renklendiren (!) her ilişki yaşanmalı, her gün yeni ve farklı bir aşk (!), cinselliğin her türü denenmeli!..” eleştirisi yapmaktadır (Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, s.75).
Toplumsal çürüme kaçınılmaz olarak, insanın duygularını sapkınlığa sürüklüyor. “Özgür aşk”, insanı gelecekten koparan bir ideolojik örgü sonucu gelişti. Ütopyası olmayan insanın büyük trajedisi…
'ÖZGÜR AŞK'A REDDİYE
Lenin, “burjuva toplumun acınası ikili kurbanı” olduğunu söyler; “birincisi onun iğrenç mülkiyet düzeni ve ikincisi iğrenç ahlaki ikiyüzlülüğü.”
“Hintli ermişin kendi göbeğine baktığı gibi, gözlerini yalnız cinsel soruna dikip ondan hiç ayırmayanlara güvenim yok. Bana öyle görünüyor ki, pek çoğu varsayımlar, çoğu zaman gerçekten keyfî varsayımlar olan cinsel teoriler salgını, kişisel bir gereksinmeden, yani kendi anormal ya da azgın cinsel yaşamını burjuva ahlakı karşısında haklı çıkarmak ve onun hoşgörüsünü dilemek için doğuyor. Burjuva ahlakı karşısındaki bu peçelenmiş saygı, bana, cinseli kurcalayıp durmak gibi aykırıdır. Pek yabanıl ve devrimci tavır takınabilir, ama sonunda burjuvacadır. Özellikle aydınların ve onlara yakın olan katmanların bir düşkünlüğüdür.”
“Biz, komünistlerin anladığımız gibi, bütün bunların aşk özgürlüğü ile ortak bir yanı yoktur. Komünist toplumda cinsel yaşamın eğilimlerini, aşk gereksinmelerini doyurmanın 'bir bardak su içmek' gibi basit ve önemsiz olduğunu söyleyen ünlü teoriyi elbette biliyorsunuz. Bu bir bardak su teorisi, gençliğimizin bir kesimini çıldırttı, deli etti. Birçok delikanlıya ve genç kıza alın yazısı oldu. Savunucuları bu teorinin marksist olduğunu öne sürüyorlar. Toplumun ideolojik üstyapısındaki bütün görüngüleri ve dönüşümleri onun ekonomik temelinden doğrudan doğruya ve tümüyle saptıran böyle bir marksizmi reddediyorum. Sorun hiç de bu kadar basit değil.”
“Ünlü bir bardak su teorisini tümüyle marksist-dışı ve üstelik toplumsal dışı sayıyorum. Cinsel yaşamda yalnızca doğa vergisi olan değil, kültür olan da, ister yukarı ister aşağı düzeyde olsun, etkili ve geçerlidir. Engels, Ailenin Kökeni'nde, genel cinsel içgüdünün bireysel cinsel sevgiyle geliştiğini ve inceldiğini, bunun ne kadar anlamlı olduğunu göstermiştir. Cinslerin birbirleriyle ilişkileri, toplumun ekonomisi ile fizyolojik bakımdan düşünsel olarak yalıtılan fiziksel bir gereksinme arasındaki karşılıklı oyunun yalnızca bir dışavurumu değildir. Bu ilişkilerin dönüşümünü kendisi için ve bütün ideoloji ile bağlantısından çözülmüş olarak, toplumun ekonomik temeline indirmeyi istemek ussalcılık (Rationalismus) olurdu. Marksizm değil. Kuşkusuz! Susuzluk giderilmek ister. Ama normal insan, normal koşullarda sokak çamuruna yatıp bir çirkeften içer mi? Ya da kenarı birçok dudağın değmesiyle yağlanmış bir bardaktan? Hepsinden önemlisi işin toplumsal yanıdır. Su içmek gerçekten bireyseldir. Aşkta iki kişi vardır…”
"Komünist olarak, bir bardak su teorisine en küçük bir yakınlık duymuyorum, 'aşk özgürlüğü' parlak etiketini taşısa bile. Üstelik bu aşk özgürlüğü, ne yenidir, ne de komünistçedir. Özellikle geçen yüzyılın ortasına doğru, yazında 'gönüllerin özgür kılınması' olarak öğütlendiğini anımsayacaksınız. Burjuva pratiğinde etin özgür kılınması olarak kozadan çıktı. Öğüt, eskiden bugün olduğundan daha başarılıydı, pratikte nasıl olduğunu yargılayamam. Eleştirimle sanki keşişliği öğütlediğim sanılmasın. Aklımdan geçmez! Komünizm keşişler getirmemelidir, tersine, yaşam sevinci, yaşam gücü, gerçekleşmiş aşk yaşamı getirmelidir. Oysa, benim görüşüme göre, bugün sık sık gözlemlenen cinsel azgınlık, yaşam sevinci ve yaşam gücü vermiyor, yalnızca onları azaltıyor.” (Lenin, Kadın ve Aile)
Emperyalist-kapitalist sistemin çürümede ve asalaklaşmada zirveyi yaşadığı bu süreçte, bu çürümenin bir yansıması olarak Kahlo gibi semboller üzerinden “özgür aşk”ı yücelten teoriler çıkmazdadır. Sol adına toplumsal çürümeye estetik biçimler verme sevdasının ideolojik altyapısı çatırdıyor. Batı’dan yayılan kültürel bozulma, Asya’nın paylaşmacı, emekçi, sadakatli ve devrimci değerlerinin duvarına toslamaktadır.
[email protected]