Futbol bir oyundur, ilim değildir
Futbolun fanatikleri takımları kazandığı zaman bayram yapıyor, kaybettikleri zaman ise sanki dünyanın sonu imiş gibi karalar bağlıyor. Yenilginin veya kazanmanın sebeplerini düşünmüyorlar daha doğrusu düşünemiyorlar. Bunca yıl futbolun içinde olduğum halde hiçbir zaman futbola fanatikçe bakmadım. Sebep sonuç ilişkisi benim için çok önemlidir. Hem başarıda hem de başarısızlıkta gerçekleri düşünürüm. Fanatikliğin tedavisi zor bir hastalık olduğunu düşünürüm. İyileşmesi çok zordur. Bazı kraldan ziyade kral taraftarı olanların bu fikirlerimi eleştireceklerini de bilerek tekrar bu fikirlerimi vurguluyorum.
Futbol yazarı arkadaşlarımın bazıları futbolun bir ilim olduğunu yazarlar. Futbol belirli kuralları olan takım oyunundan başka bir şey değildir. Ancak şu da bilinmelidir ki her şeyde olduğu gibi futbolda da gerekli kuralların uygulanması gerekir. Bütün kurallar uygulandığı halde amaçlanan sonuca ulaşılamayabilinir. Sonuç, istenildiği şekilde gerçekleşmeyebilir. Çünkü futbolda maç kazanılmasının, kural uygulamasının dışında başka faktörlere de ihtiyacı vardır. Şans faktörü göz ardı edilemez. Bu nedenle futbolda her zaman 2 artı 2, dört etmez. Oysa, İlim ya da bilim gerçeği gösterir. Futbolun kuralları ise hayalleri. Başka bir olay da kafamı kurcalar. Sanki futbolun bir tanrısı vardır ama o da pek adil değildir. Bazen kuvvetli bir takımın yanında olur bazen zayıf bir takıma güç verir.
Geçtiğimiz günlerde Galatasaray- Fenerbahçe maçını hep birlikte izledik. Maç öncesi Fenerbahçe’nin daha şanslı olduğu yazıldı çizildi. Basının manşetlerinde adeta favori olarak gösterildi. Ama sonuçta Fenerbahçe, Galatasaray’a 2-1 yenildi. Ön yargılar tamamen iflas etti. Her olayda önyargılı olduğumuz gibi futbol konusunda da bunu yapıyoruz maalesef. Yalnız onların mı? Futbol teknik adamlarının da ön yargılarını zaman zaman izliyoruz.
Bir futbolcuya iyi veya kötü dediğimiz zaman şartlanmışlıktan kurtulamıyoruz. Sadece futbolcular için değil aynı şeyi teknik adamlar için de yapıyor, söylediğimizin olmasını istiyor ve asla ön yargılarımızdan vazgeçmiyoruz. Örneğin Türkiye’de bir Fatih Terim fenomeni vardır. Neredeyse dokunulmaz bir insandır. Oysa o seviyede başka teknik adamımız yok mu? Tabii ki var. Belki ondan daha da iyisi vardır. Ama onun en iyi olduğuna, tek adam olduğuna şartlanılmış bir kere. Diğerleri yokmuş gibi davranılıyor. İlk aklıma gelen Aykut. Donanımlı, yüksek tahsilli, Fenerbahçe’de futbol oynadığı zamanlar gol kralı olmuş ve de zarif bir insan. Donanımı yüksek, futbol kariyeri başarılı ama ağzıyla kuş tutsa yine de yaranamıyor. Kıymet-i harbiyesi yok. Bu neden? Çünkü biz insanları totemleştirmeye ve putlaştırmaya ve de onlara ön yargılı yaklaşmaya alışmışız. Bir türlü bu huyumuzdan vazgeçemiyoruz.
Fenerbahçe, Gençlerbirliği’ni iki penaltı golü ile yendi. Önemli olan skor levhasıdır. O da 2-1’i gösterdi. Galibiyet dolayısı ile mutlu olduk. Galibiyet galibiyettir 3 puan aldı. Ama oynadığı oyundan mutlu olabildik mi? Hayır. Herkeste ilerideki haftalarda oynayacağı deplasmanlarda çok zor durumlara girebileceği endişesi yaratıldı.
HER HASTALIĞIN BİR ŞİFASI VARDIR, KOLTUK HASTALIĞININ YOKTUR
Çekişmeli bir kongreden sonra, yılların yöneticisi Alp Yalman seçimi kaybetti, Duygun Yarsuvat kazandı. İkisi de değerli insanlar. Alp Yalman’ı tanırım ama yeni seçilen başkan ile bir görüşme fırsatı bulamamıştım. Bildiğim kadarı ile Alp Yalman, Robert Koleji mezunu olup yüksek tahsilini de İsviçre’de yapmıştır. 3 Devre Galatasaray Kulübü Başkanlığı yapmış birisidir. Benim tanıdım kadarı ile sosyal ilişkileri kuvvetli ve de sporcularla da ağabey kardeş ilişkisi içinde. Başkanlığı bıraktıktan sonra futbolcularla ilişkisini bozmamış onlarla birlikte Avrupa’daki maçlara gitmiştir.
Yeni Başkan Duygun Yarsuvat, Hukukçu olup, üniversite hocalığı yapıyor. Daha iyisi can sağlığı. İkisi de ekonomik güçleri kuvvetli olan insanlar. Bu insanlar sporda bu günkü sosyopsikolojik durumu gayet iyi biliyorlar. Tribünlerde başkanların onurlarını kıracak tezahürat yapıldığını da görüyorlar.
Açıkçası bu günkü şartlarda nasıl oluyor da başkanlığa aday oluyorlar? Oysa her ikisi de seksen yaşına merdiven dayamış insanlar. Artık kendilerini yormamaları gerekir. Oysa ülkemizde kulüp başkanlığı için mücadeleci ve sinirlerin çok sağlam olması gerekir. Hem kulüp içi hem de rakip kulüplerle baş edebilmek pek de kolay değil. Aslında bu kültür ve deneyimde olan böyle kıymetli insanlar, Fiili olarak değil de fikir açısından ve de duayen olarak Galatasaray’a destek olsaydılar keşke. Fiili görevleri de genç insanlara verseydiler.Nasıl oluyor da ıstakoz sepetine dönmüş Türkiye futbol düzeni içinde başkanlığa soyunabiliyorlar. Bir türlü aklım ermiyor.
Zaman zaman koltuk hastalığı diye yazı yazmışımdır. Bu bir benzetmedir ama neredeyse gerçek olmuştur Türkiye’de. Bildiğiniz gibi koltuk sevdalılarının başına gelmedik olay kalmamıştır. Nedense Türk insanı olarak çoğumuzda bir koltuk tutkusu var. Ama koltuk merakı ve hastalığı en kötü hastalıktan daha tehlikelidir. Fiziksel hastalıklar, tedavi edilebilir ve zamanla geçebilir ama koltuk hastalığı pek geçmez.
Tabii ki bu yargı benim yaşadıklarımın ve gördüklerimin sonucunda elde ettiğim düşünce kazanımlarıdır. Buna kızabilirler. Benim için önemli olan spordur ve bu spor içinde de tarafsızlıktır. İnşallah Yarsuvat Hoca başarılı olur.