Futbol zebanisiyim-(TAMAMI)

Bu Eren Erdem kardeş var ya, taktı beni yazılarına. Buyrun bakalım, “koyu“lar cephesinden bakıldığında “kafir“ bile sayılabilecek bendenizin, Aydınlık’ı elime alınca ilk işim onun yazılarını okumak oluyor. Başta müslümanlık olmak üzere din konuları bu kadar dünyevi bir şekilde mi işlenirmiş. Yav kardaş, zaman ayrı, mekan aynı, tuşlarına bastığımız bilgisayar aynı. Spor servisinin sol kapısını kıvır oradayız. Handeyse seccadeyi serip namaza duracağım. Helal olsun sana, din adına ne kadar yalan yanlış, kandırık söylüyorlarsa delili, kanıtıyla yüzlerine çarpıyorsun. Ben de futbolda öyle yapmaya çalışıyorum, ama suratlar kösele, Mevlana’nın dediği gibi ya anlayışları yok, ya da anlamak istemiyorlar.

Neden dedim bunu buluyor musunuz? Eren Erdem’in geçen hafta “Zebani“ ile ilgili bir yazısı vardı. Hani ne bilirdik, “bir dudağı yerde, bir dudağı gökte zebaniler.” Bu yaşıma geldim, Zebani’nin ne olduğunu yeni öğrendim. Meğerse zebani demek cehennem bekçisi, yaratık, canavar falan değilmiş. Yaaa... Peki neymiş, çıkar örgütlerini zebun eden (felce uğratan) demekmiş.

Canım benim, yaktım sizi futbol çıkarcıları. Tuttuğunuz köşelerden doğrular yerine çıkarlarınız için yaylım ateşi yapıyordunuz ya, artık daha fazla karşınızdayım, zebaninizim. Bazılarına yaptığınızı bana yapamayacaksınız, hani bir arkadaşımız için “spor programı yaptırmayın verin kadın programı yapsın” demişiniz. Ve de o arkadaşımız maişetini çıkarmak için ne yapsın, kabul edivermiş. Yemez, zebani burada, gazete bulamazsam duvara yazarım, ekran bulamazsam, Kınalıada’nın arkasında denize karşı bağıra çağıra anlatırım. Balık duymazsa Halik (yaratan) duyar, eminim.

Türke Fransız Platini

Diyeceksiniz ki, o zaten Fransız. Ama benim anlatmak istediğim, Türkçe’deki Fransız’lık meselesi. Ne kadar da güzel girmiş günlük dilimize. Alakasız bir şey yapıldığında, ya da önyargılı bir keşilde işinizle hiç ilgilenilmediğinde, tek yanlı davranıldığında hemen yapıştırırız. “Adam Fransız kaldı...” Evet, bizim şike, mike olaylarına Fransız kaldı Platini. Aynen Lyon’un Zagrep’e deplasmanda 7 atışına “Fransız“ kaldığı gibi. Daha sıcağı sıcağına “çok temiz maç“ demeseydin be birader. Valla maçın özetlerini seyrettim. Lyon futbolcuları yarısından sonraki golleri atarken sağa sola baktılar. Utandıkları yüzlerinden belliydi.

Şimdi soruyorum bizi UEFA öcüsü ile korkutanlara. Hala yüzünüz kızarmıyor mu? Bu konuda kendi göbeğimizi kesemez miydik. Adam zaten açıkça söylemedi mi, iç işlerinize karışmak diye. “Şike yapmak suçtur, ahlaksızlıktır, gençlerimize kötü örnektir. Eğer varsa gereği görülmelidir“ diyeceğinize neler söylüyorsunuz. “Aman UEFA bizi cezalandırır...” Gidin işinize beyefendiler, başkası ne der yalakalığı ve ahlaksızlığı, iş işlerimize AB’yi, UEFA’yı halletmesi için davet etmek hainliği bizde. Sonra da neden dünya bizi sevmiyor arabeskliği. Bu işler ayıbın çok ötesine geçti.

Bu bağlamda Galatasaray kulübü başkan yardımcısı sayın Adnan Öztürk’üde sağduyuya davet ediyorum. Baştan itibaren söylemleri sürekli yara kaşıma şeklinde. İnsanlar Türk futbolu üzerine sinen kara bulutları dağıtmak isterken, o başka şeyler söylüyor ve futbol barışı adına olmuyor. Üstelik diğer yöneticileri, Başkan’ı ve Hayri Kozak gibi sağduyulu üyelerini de ters köşeye yatırıyor. Böyle şeyler onun kalitesinde bir insana hiç yakışmıyor. Biliyorum, şimdi yine tarafgirlikle beni bastırmak isteyecekler ama ne yapayım “kafamı kesseniz de dünya dönüyor”.

Fenerbahçeliden Galatasaray yorumu!

Galatasaray, Trabzonspor’u Zokora’nın haksız atılması veya bir başka nedenle yenmedi. Fenerbahçe’yi de öyle. Her iki maçta da rakiplerinden “çok fazla“ idi. Ben de yazılarımda bunu belirttiğimi sandım. Bana hala da öyle geliyor. Gerçekten de Fatih Terim elindeki zengin seçeneklerden doğru takımı bulunca ortaya şu anda tüm rakiplerinden “fazla” olduğu görünen Galatasaray çıktı. Türk futbolu adına Emre Çolak ile Semih Kaya gerçekten kazan olan iki genç yetenek. Yazılarımın başlığı da Galatasaray-Fenerbahçe maçında “Derbiyi hakeden kazandı”, Galatasaray -Trabzonspor maçında ise “Trabzon vurgunu“ idi.

Ama gördüm ki, değerli okurlarımdan Özgür Karen ve Recai Vural yazılarımda Fenerbahçelilik yaptığımı düşünmüşler. Fikirlere saygı duyarım, belki de bana normal gelen şeyler onların dediği gibidir. Ancak şunu belirtmek isterim. Bizler, futbola ömrünü verenler, yorumlarında renk görmezler, top görürler. Hatta bu Can Bartu ve eminim ki, rahmetli Metin Oktay için de böyleydi. Çünkü ikisini de yakından tanırım. Şimdi de Aykut Kocaman, Cüneyt Tanman ve diğerleri için böyle olduğunu düşünüyorum.

İtirazım da var. Ben adlarını duydunuz mi bilemiyorum, Gündüz Kılıç, Eşfak Aykaç, Doğan Koloğlu gibi hem de liseden Galatasaraylı olanların elinde meslekte çıkarlıktan kalfalığa yükseldim. Usta oldum mu bilemiyorum. Onlar her takımı yazarlardı, ben de öyle yapıyorum, çünkü futbolu yazdığıma inanıyorum. Ayrıca Fenerbahçe için Galatasaray, Galatasaray için de Fenerbahçe’nin dünyadaki tüm rakiplerinden önemli olduğu konusunda ısrarlıyım. Bunu yalnız ben söylemiyorum, yorumculara ve sokakta bile yüz insana sorsanız, doksanı böyle diyecektir. Benim büyük takımlara artı değer katmak ne haddime, zaten onlar futbolumuz artı değerleridir.

Sevgili okurlarım, biliyorum ki, Aydınlık okurlarında sürçülisan olmaz. Kendinize de haksızlık etmeyin. Pencerenin iki yanından futbol ayrı görünür, güzelliği de orada değil mi zaten?

Trabzon’un 7 puanını, Galatasaray’ın futbolunu beğenmeyenlere

Bakıyorum da hala Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi’nde aldığı 7 puanı beğenmeyenler var. Ya Galatasaray’ın giderek tırmandırdığı ve Fenerbahçe ile Trabzonspor’u sahadan silerken üçer gol atarak kazandığı maçları eleştirenlere ne demeli. Ötesi, Fenerbahçe’nin maçlarında ağzıyla kuş tutsa “Selçuk, Semih derhal dışarı“ önyargıları ve bunun benzerleri için Mevlana’nın aşağıdaki şiirini buldum. Anlayanlar için:

Yüzde ısrar etme, doksan da olur.
İnsan dediğinde, noksan da olur.
Sakın büyüklenme, el’de neler var.
Bir ben varım deme, yoksan da olur.
Hatasız dost arayan, dosttan da olur.