Futbolda melezleme devrim değil, Türk futboluna darbedir
Yerli ürünlerimizden sonra şimdi de futbolumuz melezleşiyor. Yalnız futbolda olsa neyse. Ülke çapında melezleşiyoruz. Futbolda melezleşmenin başını kim çekiyor? Federasyon Başkanı Demirören ve Fatih Terim. Şahane bir ikili. Arasanız kolay kolay bulamazsınız. Bazı futbolla uzaktan yakından ilgisi olmayan yazarlarımız bunu devrim olarak nitelendirdi. Bana göre bu bir devrim değil, tam anlamı ile Türk Sporuna bir darbedir. Uzun yıllar bu darbenin verdiği hasarı tamir edemeyeceğiz. Ben milliyetçiliği futbolda düşünmem.En ufak bir olayda milliyetçiliği savunanlar bu duruma ne diyorlar bilmiyorum. Futbolun tarihsel gelişimi içinde birçok futbolcu geldi geçti. İçimizde sadece okuryazarlar olduğu gibi akademisyenler de çok. Spor akademimiz de var. Bütün bunlar nasıl kulak arkasına atılır ve kapalı kapılar arkasında böyle önemli karar alınır. Bu da nasıl bir devrim olabilir? Böyle bir kararda kamuoyunun hiç mi önemi yok? Bence bu karar verilirken enine boyuna düşünülmemiş. Sanki bir orijinalite yaratılmak isteniyor.
Bana göre futbolda devrim, Orhan Şeref Apak tarafından yapılmıştır. Apak, Türkiye ligini ihdas etmiştir. İşte devrim budur. Gördüğünüz gibi o günden bu güne futbol açısından çok gelişti. Büyük transfer ücretleri ile büyük paralar harcayan kulüplerimiz şimdi Anadolu takımlarından kendilerini zor kurtarıyorlar.
Bence öncelikle melezleme, yöneticilerden başlamalı idi. Profesyonelliğin olduğu futbol camiasındaki yöneticilerin amatör olduğunu defalarca konu ettim. Hangi ülkenin futbolunda yönetimler amatör, futbolcuları profesyoneldir? Ve de hiç mi hiç sorumluluğu yoktur.
Kulüpleri, ekonomilerini arttırmak için tramplen şeklinde kullanıyorlar. Kulüplerimiz ise henüz dernekler yasasının dışına çıkamamışlardır. Sorumlulukları yoktur. Büyük borçların altına imza atarlar ama bunun kıymeti harbiyesi yoktur. İstedikleri zaman şapkalarını alıp giderler. Bu çark böyle devam ettikçe ancak bir arpa boyu ilerleyebiliriz. Bu böyle devam ettikçe de onlar kendilerinin bir iş yaptığını zannederler.
Futbolun da amatör olduğu yıllarda futbolcular, Haydarpaşa lisesi, Darüşşafaka Lisesi, Boğaziçi Lisesi, Özel Hayriye Lisesi, Özel Yüce Ülkü Lisesi, Kabataş Lisesi gibi liselerden çıkarlardı. Lise yıllarında futbol oynayanlar okuldan mezun olur olmaz büyük takımlarda yerlerini alırlardı. Biz Haydarpaşa Lisesinden yetiştik. Asrın takımı denilen 1948 Fenerbahçe takımındaki Müjdat Yetkiner, İbrahim İskeçe hep böyle yetişenlerdendi.
Futbolda da zirai ürünlerde de melezlenmeye karşıyımdır. Türkiye’de iyi ürün yetiştirmek zor değildir. Potansiyel vardır. Yetişmiyor değil, yetiştiremiyoruz. Şimdi eğer istenirse 11 futbolcu da yabancı olabilecek. Vay canına. Bizim gençler ne olacak? Onlar da çelik çomak mı oynayacaklar? Yakında kıyıda köşede ne kadar kalıntı futbolcu varsa Türkiye’de konuşlanmasına engel olunamayacak. Çünkü Türkiye’de ikinci baharı yaşamak çok keyifli geliyor onlara.
YABANCI TRANSFERLERİNİ HİÇ AKLIMIZA GETİRMEZDİK
Yıl 1949. Fenerbahçe’de antrenör Molnar zamanı. İstanbul Boğazından görkemli bir yolcu gemisi geçiyor. Karadeniz’e doğru. Herhalde Rusya’ya gidecek. Fakat Dolmabahçe önünde duruyor ve geminin bir sıkıntısı olduğu ortaya çıkıyor. İki yolcu, Türkiye’ye iltica etmek için kendini denize atmış. Sahil Muhafaza gelip onları denizden alıyor ve karakola götürerek ifadeleri alınıyor. Meğer geminin içinde Arnavut Milli takımı varmış. Rusya’ya gidiyorlar. Sonradan öğreniyoruz bu iki adamdan birinin adı Bahri diğerinin ise Süleyman’mış. Her ikisi de Arnavut takımının klas oyuncuları. Süleyman savunmada Bahri ise santrafor oynuyormuş.
O yıllarda Fenerbahçe’nin transferlerini yapan Müslüm Bağcılar da Arnavut. Bu trajik olayda etekleri zil çalıyor. Hemen bu iki oyuncuyu alıp, evine götürüp onlara ikramda bulunuyor sonra da bir an evvel Fenerbahçe’de oynamaları için girişimlere başlıyor. Baba adamdı Müslüm bey. Dipten yetişmişti. Hayatını zorluklarla sürdüren birisi idi. Sonraları Antalya Nakliyat şirketine çalışmış, ve de zamanla maddi durumu düzelmiş hatta zengin olmuştu. Fenerbahçe yönetimine girmişti ve de transferleri o yapıyor. Arnavutluk ile anlaşıp acele olarak bu iki oyuncunun Fenerbahçe’de oynayabilmesini sağlıyor. Tabi profesyonellik olmadığı için özel mukavele ile. Bu iki oyuncu Fenerbahçe’de oynamaya başlıyor ve de böylece Fenerbahçe’nin ilk yabancı transferleri olarak tarihe geçiyor. Türk futbol tarihinde ilk yabancı futbolcu transferini Adalet Mensucat Takımı Oscar adlı yabancı futbolcuyu alarak yapmıştı.
Türkiye’ye iltica eden futbolculardan biri olan Bahri ile İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay zamanındaki İstanbul Valilik Kupası maçında Beşiktaş ile yaptığımız maçta Bahri santrafor ben sol açık olmak üzere beraber oynadık. Ortamızda da Lefter oynuyordu. Hemen bize uyum sağlamıştı. İyi oynuyorduk ama oyunun sonunda 1-1 beraberlik oldu ve maç uzatmaya gitti. Uzatmaların son dakikasında havadan gelen bir topa aynı anda üçümüz birden çıktık ve olağanüstü bir sıçrama ile gölü attım. Golü attım ama bir de baktım ki Lefter yerde. Bahri ile benim aramda sıkışmış ve bayılmıştı. Bu olay unutamadıklarımdan biridir.
Aslında Fenerbahçe Takımında bu iki Arnavut oyuncuya hiç ihtiyaç yoktu. Bizler yabancı transferini hiç aklımıza getirmezdik. Yalnız biz değil, rakiplerimiz olan Beşiktaş, Galatasaray da öyle. Çünkü iyi futbol oynamamız için yabancı futbolcuya ihtiyacımız yoktu. Hem Fenerbahçe’de hem de Galatasaray ve Beşiktaş’ta hatta diğerlerinde de o kadar iyi futbolcular vardı ki oyunları ile şöhret olmuşlardı. Fenerbahçe’ye bu iki yabancının gelmesi tamamen tesadüf ve de Müslüm Bağcıların o futbolculara destek olmak isteğiydi.
SPOR BASINI DA KENDİ İÇİNDE OTOKRİTİK YAPMALI
Geçen gün gazetede bir haber okudum. Galatasaray divan toplantısında her zaman olduğu gibi spor muhabirleri Duygun Yarsuvat’a soru soruyorlar. Herkes de bilir ki soru sorabilmek de bir yetenektir. Sanattır. Ayrıca, bilinçli olarak insanı zora sokan sorulan sorular vardır ki bazen insanı deli eder? Yarsuvat’a sorulan soru da “Şampiyonluk konusunda ne düşünüyorsunuz?” idi. Aslında soru tabii ki samimi değil. Bir kulüp başkanına kendi futbol takımı için şampiyonluk konusunda ne düşündüğü sorulurmuş gibi. Üstelik de karşınızdaki bir Profesör. Yersuvat da “Başarısız olacağız, 5. olacağız mı diyeceğim? Cevabını bildiğiniz soruları neden soruyorsunuz? İkinci üçüncü kim olur ona karışmam” cevabını veriyor. Bu soruyu soranların formasyonunu bilmiyorum ama biraz daha dikkatli olmalarında yarar var.
Eğer Yarsuvat bunları değil de “biz şampiyon olamayız” dese manşet olacak. Ama soruyu sorana böyle açık verir mi? Çoğu zaman muhabirlerin soruları, muhataplarını tabiri caiz ise çuvallatmak yönünde gerçekleşiyor. Bazıları hoş görülebilir ama bazıları da “artık bu kadar da olmaz” dedirtecek boyutta maalesef.
Yarsuvat ile yan yana gelmedim. Hiç konuşma imkanını bulamadım. Hatta yazdığım bir yazımda bir profesör, bu istakoz sepetine nasıl gelir diye eleştirmiştim de. Bunu ibret alalım diye yazıyorum ve spor basınımızın ne noktada olduğunu bir kez daha gözden geçirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Spor basınındaki her kademe otokritik yaparak eksiklerini, yanlışlarını bulup kendine çeki düzen vermeli.