Futbolda ruhsal güç fizik güçten daha önemli

Hepimizin bildiği gibi futbolumuzda profesyonellik, demokrasi ile aynı paralellikte geldi ülkemize... Biz futbolu amatör olarak oynardık. Bir anlamda hobiydi. Transfer ücreti kavramı yoktu. Akıllardan bile geçmezdi. Bırakınız para pul istemeyi, zaman zaman futbol ayakkabılarımızı, formalarımızı bile kendi imkânlarımızla bizzat kendimiz alırdık. Profesyonellikle birlikte hepsi hayal olup gitti. Futbol bir iş ve meslek haline dönüştü. Böyle olunca tabii karşılığı da ücret oldu. Yıllar yılı futbolcular içinde bulunduğu şartlara göre kulüplerle alacakları ücret için karşılıklı mukavele yaptılar. Tabii ki mukavelenin temel unsuru da pazarlıktı. Bu pazarlıkta herkes istediği gibi ücret istiyordu. Demokrasi var ya. Ama ne var ki giderek dünyanın benimsediği ve çok iyi bir yaşam biçimi olan demokrasi, bizde dejenere oldu. Böyle olunca da müesseseleri de bundan soyutlayamayız. Nedense bir türlü çağdaş demokrasiye geçemedik. Düşünüyorum da acaba çağdaşlaşacak kafaya mı sahip değiliz ülke olarak. Bunu en iyi uzmanları bilir. Bu herhalde kalıtsal bir olay değil. Transfer olayı bizde çok ilginçtir. Futbolcu menajerleri, aracıları ve bazı basın mensubu kimseler el ele verip dış ülkelerden futbolda yaşlanmış, sorun olmuş veya sakat futbolcuları kulüplere pazarlarlar... Bunlar hacı bekler gibi transfer ayını beklerler. Ben bu aya balayı benzetmesini yaparım. Transferden önce pazarlamak istediği bu oyuncuların geçmişi tetkik edilmez. Sadece transfer etmek için o oyuncunun attığı bir kaç golü Türkiye’de ekranlarda ve basında renkli posterlerle süslerler. Oysa ki transferde önemli olan sadece futbolcunun fiziksel yönü değildir. Bundan da önemlisi o futbolcuların ruhsal durumunun da sağlam olması gerekir. Bunlar sanırım çoğu zaman göz ardı ediliyor.Zamanında başarılı olan futbolcular artık futbol yaşantılarının sonuna doğru Türkiye’ye gelmeyi hayal ediyorlar. Çantasını alan Türkiye’ye geliyor gibi bir durum var. Türkiye, yabancı futbolcu veya antrenör için rehabilitasyon gibi bir şey.Birkaç örnek vermek istiyorum. Seneler evvel ülkemizde ve dünyanın gündeminde düşmeyen bir büyük futbolcu vardı... Ve dünyada 3 büyükten biriydi. Türkiye’ye getirildiğinde, günlerce yapılan tezahürat hiç unutulmaz. Sanki adam futbolcu değil uzay bilginiydi. Sonra bu büyük adam meğerse uyuşturucu kullanırmış. Bir gece onu uzun bir süre arandıktan sonra Fenerbahçe burnundaki bir tuvalette baygın şekilde bulmuşlardı.Bir başkası da taraftarın hayalinde olan Avrupa’nın en büyük oyuncularından Romen Sasu. Korner kralı olarak bilinirdi. Sık sık Fenerbahçe takımı Mono Palas’ta kamp yapardı. Bir maç öncesi maça hazırlanırken bir bakıyorlar Sasu otelin arka kapısından çıkıp soluğu Bükreş’te alıyor. Bükreş’ten gittiler aldılar kendisini.Yine benim Fenerbahçe’de kaptan olduğum sırada Ankara’dan aslen Bursalı olan Cemal Uskes diye bir futbolcu almıştık. Adam iyi futbolcuydu. Sol ayağı adeta raket gibiydi. Bir Beşiktaş maçında onsekizin dışından öyle bir şut attı ki top kale direğine vurdu ve gol oldu. Golden sonra hemen sevinçle bana doğru koştu. Yanıma geldi ve bana “Halit ağabey ben çıkacağım gözüme sinek kaçtı” dedi. Çok sinirlenmiştim, gerekeni yaptım ve oyunda kalmasını sağladım.Bunları neden dile getirdim? Sadece bir kaç örnek. Tabii ki her zaman olduğu gibi istisnalar var.Bizim yine de sadece futbolcunun fiziksel durumu ile birlikte geçmisteki durumunu da iyi araştırmamız gerekir. Belki o zaman daha çağdaş bir futbol oynayabiliriz.
Aziz Yıldırım’ı kim kulübe getirdi, kim başkan yaptı? Herhalde ben değil. Benden başka herkes. Fenerbahçe’nin Dereağzı’ndaki sporcu yemekhanesi önü ağaçlıklar arasında çok güzel bir yerdir. Yazın çok sıcaklarda doğal klimalı, püfür püfür eser. Üye olan veya olmayan yaklaşık 35-40 kadar müdavimi bu ağaçların altında toplanır keyifle otururlar. Her kafadan ayrı bir ses, yorum çıkar. Bunların içinde spor yapmamış, topa hiç vurmamış hatta maça da hiç gitmemiş kimseler de vardır... Ama hepsi birer futbol profesörü gibidir... Bir anlamda dedikodu çarkı döner. Zaman zaman şu konuşmalar çok sık geçer. Birçok kimse Aziz Yıldırım’ın bir oy farkla başkan seçildiği kongrede, o bir oyun kendisine, akrabasına, kardeşine, tanıdığına ait olduğunu söyleyerek sanki kendileri Aziz Yıldırımı getirmişler gibi bir paye çıkarırlar.Ben Aziz Yıldırım’ın ismini ilk kez Üsküdar Anadolu Kulübü’nde duymuştum. Kendisiyle tanışmamıştım. Anadolu kulübü, eski adı Şeyh-ül Muharrir. Eski başkanı da Burhan Felek’ti. Yıllar sonra o kulübün yönetimi, Aziz Yıldırım, Vefa Küçük, Köksal Özbek, Salih Alparslan, Sadri Şener, Hasan Özaydın’lı dan kurulu sermaye grubunun elindeydi. O yıllarda Anadolu kulübüyle arka arkaya olan Tekel Yaprak Tütün Merkez Müdürlüğü’nde Müdür Muavini olarak görev yapıyordum. Bildiğim kadarıyla Aziz Yıldırım’ı kulübe getiren Köksal Özbek ve Rahmetli Hasan Özaydınlı’dır. Çok da iyi yapmışlarBana göre bu durumdan dolayı hiç kimse kendine paye çıkartmasın, kimse de havaya girmesin.