Futbolun sorunu: Aşırı para! (2)

Futbol ligimizin tarihindeki gelir-gider kaynaklarına ve ilişkilerine göz atıyorduk... Yıllar içinde yöneticilerin kulüpleri sırtlarında taşıdığı dönemlerden, kulüplerin sırtına binen bezirgânların yöneticilik yaptığı dönemlere gelindi. İş adamı diye geçinen; gerçekteyse hayali ihracat, vergi iadesi dolandırıcılığı gibi işlerle köşeyi dönmüş Özal dönemi gözdesi sahtekârlarının, hatta 70’li yılların faşist katillerinin kendini aklama ve sempati alanı haline getirildi kulüpler. 90’ların ortalarından itibaren oluşturulan ‘televizyon naklen yayın havuz sistemi’ ile birlikte, yavaş yavaş futbolun kurumsal pastası düzenli bir büyüme içine girince, bu kez de, yerel ölçekte palazlanmış kasaba kurnazlarının iştahını kabartır hâle geldi, ranta uzanmanın en kısa yollarından birisi olan futbol.

TELAFİ EDERİZ YA HABİBİ

Bugün süper ligimizin televizyon yayınına, çok uluslu Arap sermayesinin ödemeyi taahhüt ettiği para yılda 500 milyon dolar! Herkes biliyor ki, bu meblağ, gerçek değerin en az 3 katı... Bilinmeyense, kâr odaklı ticari bir kuruluş olan Katarlı beIN Sports’un, ‘neyin karşılığında’ bu çılgın teklifi verme cesaretini gösterdiği. Lafının gereğini yapabilecek düzeydeki birisi, “Telafi ederiz ya habibi” mi dedi acaba bunlara? Başa dönersek... Öpüşüp barışarak eski mutlu günlerine dönmeden önce Futbol Federasyonu’nu; teminatını yakıp, alıp başını gitmekle tehdit ettiği ifade ediliyordu yayıncı şirketin. Blöf tabii, keşke gitse nerede o günler...

Katarlı yayıncı Türkiye’den çekip gitmekle, ülke futboluna en büyük iyiliği yapmış olur. Aslında sorunu kökten çözecek olan, futbolu bu hâle getiren operasyonların perde arkasındaki sorumlusu AKP’nin çekip gitmesi. Onlar gidince, şişirilmiş futbol yayın bedeli, gerçek karşılığına iner. Rant küçülünce, hırsızların bir kısmı elini eteğini bu işlerden çeker. Kulüpler mecburen rasyonel bütçelere, buna uygun plan ve uygulamalara dönerler. Arpası fazla gelen başkanların, pavyonda para saçan hovardaları andıran halleri dizginlenir. Hayal bu ya, belki ortadan kaybolurlar!.. ‘Altyapıya yönelme’ tekerlemesi, metazori hayata geçer vs.vs...

BORÇ DA ZİRVEDE, YÜZSÜZLÜK DE...

Peki, mevcut para bolluğundaki tablo nedir? 61 yılı geride bırakan ligin 60 şampiyonluğunu paylaşan 4 kulübün borç toplamı 10 milyar liranın üzerinde. Eski parayla 10 katrilyon! Borç böyle ama bir tek itirafçı yok, ben hatalı yönettim diyen... İlkokul terk mafyatik şahsiyet de var bu kulüp başkanlarının içinde, NATO müteahhidi de, yandaş işadamı da... Hiçbirinin peşkeşleri, hovardalıkları, savurganlıkları hafızalardan silinmedi ama pişkin pişkin ortalıkta salınmaktan sıkılmıyorlar. Ortaya soralım: Sönmüş ‘Dünya yıldızları’ Drogba, Van Persie, Pepe, çuvallar dolusu para karşılığında Türkiye’de oynadılar da ne oldu? Gelmeseler neyimiz eksik kalırdı? Ben söyleyeyim: Bütçelerdeki kara deliklerden bazısı eksik olurdu. Düşünün ki; bir futbolcunun cebine, 1 yıl için 40 milyon liradan fazla para koyuldu bu memlekette.

Çünkü para bolluğu ve denetim-yaptırım kıtlığı; cahil cesaretine, şımarıklığa, sorumsuzluğa yol verdi. Ayaklar dize kadar yorgandan çıktı ama kimselerin umurunda olmadı. Dünyada da ipin ucu kaçmış durumda. Topraktan fışkıran parayı ne halt edeceğini şaşırmış Arap sermayesinin futbola dalmasıyla birlikte, bir futbolcu için ödenen para, sonunda 1 milyar liranın üzerine çıktı.

Bu, çılgınlık falan değil, ahmaklık resmen ve sürdürülebilir tarafı yok. Bu adamlarla bizdeki hovardaların birçok açıdan zihinsel akrabalıkları olduğu ortada. 222 milyon avroluk futbolcu transfer bedeli, kapitalizmin genlerindeki adaletsizliğe, dengesizliğe, görgüsüzlüğe cuk oturur da; ne kadar akılcı ve neye yarar olduğu tartışılır.

PARA, BAŞARI GETİRMEDİ

Dönelim olgulara... Futbolumuzun, münferiden de olsa performansının yükseldiği bazı dönemlerle, aynı dönemlere ait ekonomik verileri kıyaslamak, fikir yürütmemizi sağlayacak sonuçlar doğurabilir. -Galatasaray’ın UEFA Kupası Şampiyonluğu’nu izleyen 2000-01 sezonunda; ülke futbolunun yayın geliri toplamı(KDV hariç): 49.280.000.ABD Doları... 2001’de Türkiye’nin FİFA sıralamasındaki yeri: 23.lük. -Milli Takımın Dünya Kupası 3.lüğünü izleyen 2002-03 sezonunda; ülke futbolunun yayın geliri toplamı(KDV hariç): 123.514.000.-ABD Doları... 2003’de Türkiye’nin FİFA sıralamasındaki yeri: 8.lik. -Milli Takımın Avrupa Şampiyonası’nda oynadığı Yarı Finali izleyen 2008-09 sezonunda; ülke futbolunun yayın geliri toplamı(KDV hariç): 105.728.000.-ABD Doları...

2009’da Türkiye’nin FİFA sıralamasındaki yeri: 41.lik. -Ve bugün 2018-19 sezonunda; ülke futbolunun yayın geliri toplamı(KDV hariç): 500.000.000.ABD Doları... 2019’da Türkiye’nin FİFA sıralamasındaki yeri: 37.lik. Birden çok parametreye bağlı olduğu bilinse de, gelirle performans arasında doğru orantılı bir ilişki gözlemlenmiyor. Keza, doğrusal bir grafikten de söz etmek mümkün değil. Örneğin, 2001’deki gelir 2019’da 10’a katlandığı halde, performansta benzeri bir artış oranı gözlenmiyor.

ÖZLENEN(!) YERLİ VE MİLLİ SOPA

Geçen ay Futbol Federasyonu, ‘Kulüp Lisans ve Finansal Fair Play Talimatı’nı yeniledi. Elbette FİFA-UEFA dayatması ve uyum zorunluğu nedeniyle. Buna göre, her yıl bilançosuna göre kulüplere harcama limiti koyulacak ve bağımsız kuruluşça denetlenecek. Yaptırımlar ise kademeli olarak; ihtar, kadro sınırlaması, transfer yasağı, para cezası, puan silme şeklinde sıralanmakta. Bunlar tek tek veya bir arada uygulanabilecek.

Yani ihtiyaç duyulan(!) yerli ve milli sopa sallanmış oldu. Bu kapsamda başka bir örnek de, Bankalar Birliği’nin(TBB) Federasyonla yaptığı anlaşma kapsamında kulüplerin borçlarını ‘yapılandırması’. İşin bilançosu 8 milyar lira olarak tahmin edilmekte. Tabii ki bu durumda, bir nevi “IMF boyunduruğuna” giren kulüplere uygulanacak sıkı yaptırımlar olacak. Nitekim TBB yaptığı açıklamada, “Bankalarımızın, kulüplerimizle ilişkisi ticari olup bundan sonra da aynı profesyonel anlayışla devam edecektir.” vurgusuyla siz müşterisiniz, gözünüzün yaşına bakmayız, kıyak-mıyak beklemeyin dedi.

Durum ortada; futbolda parayla saadet olmuyor, çok parayla hiç olmuyor. Hele bizim gibi ülkelerde, hiç mi hiç...