Futbolunun değeri, ülkenin değerine denk düşer (1)

Havalı laf şu “marka değeri” vesselam. Kullananın değerine değer katıyor adeta! “Futbol”un sırtında gezen tuzu kurular da bunun farkına varmış olmalılar ki, dillerinden düşürmüyorlar. Mesela, Beşiktaş’ı gırtlağına kadar borca batırıp, Futbol Federasyonu Başkanlığına terfi eden yandaş patron Yıldırım Demirören bayılıyor bu lafa, vırt-zırt ağzında: “Türk futbol paydaşlarının, futbolumuzun marka değerine zarar verecek söylemlerden kaçınmalarını rica ediyorum” Breh breh, nasıl cümle ama?..
Bu avanenin içindeki mürekkep yalamışların, az buçuk kafası çalışanların marka değerinden anladıkları “para” aslında. Futbolun ederi, parasal karşılığı yani... İkide bir, ‘Avrupa’nın 6.büyük futbol ekonomisiyiz’ söylemine yaslanıyorlar. Bahsettikleri, ulusal liglerin gelir büyüklüğüne göre yapılmış sıralama.
Katarlının televizyon yayını için bastırdığı abartılı (daha doğrusu sanal) parayla, ülkenin futbolu değer kazanmış oluyor hesapça. Para saçarak iş bitse, Arapların, Çin’in, ABD’nin futboldaki önemi bu mu olurdu? Bizimki de öyle bir 6.lık ki, sadece yayın parasını aradan çekseniz, Süper Lig bir anda Bölgesel Amatör Lig’e dönüşecek!
Bu size, ‘Dünyanın 16.büyük ekonomisiyiz’ tekerlemesini hatırlatmıyor mu? Kâğıt üzerinde ekonomi tıkırında gözükünce; gelir dağılımına, sosyal adalete, işsizlik oranına, hatta demokrasiye, hukuka falan bakma gereği yok bu anlayıştakilere göre.
6. MIYIZ 25. Mİ?
Futboldaki izdüşümleri de aynı kafada: Para çoksa, sorun yok! Marka değeri zirvede! Niye FIFA performans sıralamasında Avrupa 25.siyiz; niye UEFA Uluslar C Ligi’ne düştük; Şampiyonlar Ligi’ni geçtik, niye Avrupa Ligi’nde bir yarı final bile oynayamıyoruz; niye yabancı futbolcular ülkemizde oynamaya şark hizmeti gözüyle bakıp, rayiçlerinin 2-3 katı ücretle geliyorlar diyen yok tabii. Sorgulamak, insanı gözden düşürür hafazanallah, risklidir, sonra yorucudur da...
Futbol sülüklerinin ilgilendiği şey, gerçekte ‘marka değeri’ falan da değildir. Marka değeri, onları rant-kâr-avanta istasyonuna götürecek yani paraya taşıyacak bir araçtır sadece, diğer bir çok araç gibi. Paraya giden yol, ‘fair play’den geçiyorsa sportmen kesilirler, siyasi iktidardan geçiyorsa, İslamcı hatta Atatürk düşmanı. Tıpkı birilerinin ‘demokrasi tramvayı’ gibi, varış merkezine hangi araç gidiyorsa artık...
Milli takımlarda bile para konuşur olmadı mı? Federasyon, milli takım teknik direktörlerine çuvalla tazminat ödemekten, koca bir vezneye dönüştü. Lafa gelince başkanından hocasına, futbolcusuna hepsi tepeden tırnağa ‘yerli ve milli’! Vatan, millet, Sakarya... Lakin para için, birbirlerini yiyorlar. Kapağı federasyona atan eski futbolcu, derin bir oh çekiyor. Hangi futbol kemirgeni yöneticinin buna el attığını gördünüz?
Tanka-topa meydan okuyan iktidarın yiğit yetkilileri, bazı sorularla karşılaşınca tam siper oluyorlar. Örneğin, “Fetocu örgütün siyasi ayağında kimler var?”, “Seçmen listelerinde sahtekârlık yapan haysiyetsizler kimlerin tetikçisi?” gibi basit sorular, alarmlarını devreye sokmaya yetiyor.
STOPERLE SANTRAFOR MECLİS'TE AMA...
Bu netameli sorulardan birisi de şu... Yıllardır futboldaki yaraya merhem olacağı konuşulan spor kulüpleri yasasını, iktidardan kim/kimler engeller de bir türlü çıkamaz Meclis’ten? 2017’de Galatasaray Başkanı’nın, 2018’de TRT’nin yandaş spikerinin çıktı-çıkıyor diye resmen duyurdukları, taslağı elden ele gezen yasa hangi cehennemde acaba? Bu kara düzen kimin işine yarıyor? Siyasette onlarla aynı kabı kullananlar kimler?
“Futbolun kurtuluşu, futboldan gelenlerin direksiyona geçmesinde” değil miydi? E, buyurun o halde, milli takımın eski stoperiyle santraforu TBMM’de, üstelik ikisi de iktidar ortağı partilerin vekilleri. Ne yaptılar futbol için? Hiç bir şey! Yapamazlar da, boylarını aşar!
Konumuza dönersek; kapitalizmin 80’lerde icat edip, 90’larda ısıtarak önümüze koyduğu ‘Marka Değeri’ne dair muhtelif akademik tanımların odağı: “Markanın yönetsel açıdan paraya dönüştürülebilen bir varlık olarak algılanması / Satışı halinde elde edebildiği finansal karşılık” şeklinde.
Daha gerçekçi tanımıysa; insanları bağımlı kılıp, cüzdanlarına hortum bağlayarak kapitalist sömürüyü, rızaya dayalı ve sürekli hâle getirmenin araçlarından birisi, biçiminde olabilir.
MARKA PEŞİNDE AMA PARASI YOK!
Yaşadığım şehri sık sık turlarım. Uzun bir aradan sonra gittiğim, Ankara’nın bitpazarı olarak adlandırılan Hergelen Meydanı’ndaki giyim dükkanlarının önemli bir bölümü, asker postalı, kamuflaj desenli giysiler ve kot satıyordu sadece. Bir esnafla sohbet ettim. İşlerin çok kötü olduğunu söyledikten sonra, gençlerin özellikle markalı giysi aradığını vurguladı ve ekledi: “Marka istiyorlar ama paraları yok!”
İşte, tuzu kuru borazancıların iyi bir şey gibi dillerine doladıkları ‘marka değeri’, böyle bir kapitalizm virüsüdür. Kanına girdiği yığınları, kendine yabancılaştıran, kendi gerçeklerinden, sınıf bilincinden koparan bir virüs. Cüzdanı boş genci, bitpazarında marka peşinde koşturan bir virüs... Aslında Türkiye’yi özetledi esnaf arkadaş... Köpürtülen milliyetçilik, devamında popüler kültür eliyle desteklenen ‘sert adam’ figürünün icap ettirdiği tarz, moda ve marka bağımlılığı...
Hiç düşündünüz mü, futbolun marka değerinin yüksek olması kimin, kimlerin işine yarar? Örneğin, bir kavram olarak ‘futbol’un umurunda mıdır? Yeryüzünün dört bir yanındaki arsalarda, mahalle aralarında, ellerine geçen küresel cisimlerle (bunların hepsine top denemez çünkü) maç yapan çocuklara ne gibi bir yararı veya zararı dokunmuştur, yüksek ya da düşük marka değerinin?.. Oyunlarından aldıkları zevki artırır mı, azaltır mı? Dünya Kupası’nı en fazla kazanmış Brezilya’nın favelalarında yaşayan, çıplak ayakla ‘top oynayan’ bebelere ne faydası vardır futbolun marka değerinin?.. Veya Türkiye statlarının tribünlerini dolduran on binlerce insana, ne kazandırıp ne kaybettirmiştir?

ENDÜSTRİYEL FUTBOL OYUN OLABİLİR Mİ?
Bir ‘oyun’ olarak doğup, bugün oyundan başka her şeyi içinde bulabileceğiniz futbola, ‘endüstriyel futbol’ deniyor malumunuz... Endüstri, teknoloji, üretim, müşteri, satış, kâr, transfer, rant, bahis, şike, doping, deplasman, döner bıçağı, medya, reklam... Saf oyunun içinde bunlar var mı? Ya da oyun var mı bunların içinde? Hani şu çocukların oynadığı, kendinden başka hiçbir amacı olmayan oyun? Ne gösteri, ne para, ne seyirci, ne taraftar, içinde hiçbirisini barındırmayan oyundan eser var mı?
Sıkışınca, “Canım bu, altı-üstü bir oyun” söylemine sığınıyorlar. Hadi oradan, oyunmuş! Bu oyunsa; kaydıraktan kayan, saklambaçla eğlenen, hayallerini deniz kumunda şekillendiren çocukların yaptığı ne? Birdirbirle profesyonel futbol aynı kategoride olabilir mi?
Ama marka değeri, futbolun egemenleri için önemlidir. Pasta büyürse, makas açılırsa, rant da büyür, kimilerine düşecek pay da... Yeni yeni tefeciler, tufeyliler türer. Paralar savrulur, hortumlanır sonra bir siyasi iktidar bulunur ve onun aracılığıyla yaratılan milyarlarca liralık borç, dolaylı olarak halkın üzerine yıkılır.
(Devam edecek)