Galata Köprüsü: Yalnızca bir köprü mü?
Yorgos Theotokas’ın “Leonis. Bir Dünyanın Merkezindeki Şehir İstanbul 1914-1922” kitabının girişinde yer alan tarihçi Nikos Sagalas’ın ön söz kıvamındaki uzun yazısının bir yerinde, sözü edilen dönemde Taksim Bahçesi’nin “gavurların” bahçesi olduğu tanımını yaparak “İşte bu görünüşte önemsiz olan ötekilik ifadesi İstanbul topografyasını çeşitli topluluklar tarafından nasıl deneyimlendiği hakkında bizlere çok şey söylemektedir.” der ve ardından şunları yazar: Taksim Bahçesi’ni merkeze alan Leonis’in topografyası buna muadil bir ötekilikle nitelendirilir; romanda haklarında tek bir kelime bile geçmeyen Topkapı veya Sultanahmet parklarına karşı kurulan bir özelliktir bu. Bu mekanlar “Türklerin” mekandır ve (romanın konusu olan) Yunan gencinin anılarına yer edilmezler. Tarihçi, ayrıca, İzmir’deki Yunan işgali sırasında yapılan Halide Edip’in de öncüleri arasında olduğu en büyük mitinglerin Taksim Bahçesi’nde değil de Sultanahmet’te yapılmasının tesadüf olmadığının altını çizer.
Sözü edilen eser, Atatürk’ün 22 Ağustos 1919’da Erzurum’dan gönderdiği bir tamimde hakkında ilk kez gizli teşkilat olarak söz edilen “Mavri Mire” çevresinde geçer. Tamimin özeti Nutuk’un ilk sayfalarında, metnin tamamı ise Nutuk’un 1 no’lu vesikasında yer alır.
1920’li yılların Taksim Bahçesi topografyasından bu kez kadim kentin karşı taraf topografyasını bu alana bağlayan Galata Köprüsü’ne geçelim. Daha doğrusu geçmeyelim de bir an bu köprünün üstünde durup gelen geçenleri izleyelim.
Ünlü İtalyan romancı, öykücü, şair Edmondo De Amicis (1846-1908) dilimize de çevrilen 1878 tarihli “Constantinople” adlı yapıtında bu manzarayı şöyle anlatır:
“Her iki sahil de (Beyoğlu ve Tarihi yarımada) Avrupa’dadır, fakat köprünün Avrupa’yı Asya’ya bağladığı söylenebilir, zira, İstanbul’da Avrupalı olan sadece topraktır. Etrafını çeviren küçük Hıristiyan mahallelerinde bile Asyalı hali ve karakteri vardır. Bir nehre benzeyen Altınboynuz (Haliç), iki dünyayı okyanus gibi birbirinden ayırır”
Amicis ile çağdaş olan bir başka yazar da “Bu köprü yalnızca iki yakayı birbirine değil, aralarında bir asırlık fark olan iki yaşam biçimini de bir birine bağlar” der.
Köprünün bir yakasında Grand Rue de Pera, iki yanına dizilmiş Concordia, Alhamra, Naum Tiyatrosu, Lebon ve de Markiz; öbür yakada Direklerarası’nın iki yanına sıkışmış, Ferah Tiyatrosu’nda Naşit’li pişakar ve kavuklulu orta oyunu ya da Fevziye Kıraathanesinde Dümbüllü İsmail’den tuluat, ve de Ramazan-ı şerif şenlikleri…
Bir gariptir İstanbul’un topografyası… Hem yakındır birbirlerine hem de çok uzak… Onun için bir türlü bir araya gelmez iki yakası. Bir yakası “Gavur Bahçesi” diğer yakası müminlerin kalesi…
Biz yine Edmondo De Amicis’e dönüp yazdıklarının eşliğinde biraz daha köprü üstünden manzarayı izleyelim:
“Bu manzaranın neşe verici olduğu zannedilebilir; hiç de öyle değildir. İlk şaşkınlık geçince bayram renkleri solar, bu artık önümüzden geçen büyük bir karnaval alayı değil, bütün sefaleti, bütün çılgınlığı, inançlarının kanunlarının hudutsuz uyuşmazlığı ile çeşit yapan bütün insanlık, inhitat halindeki halkların ve zillete düşmüş ırkların haccıdır.”
Dün bugüne, bugün ise düne çok benziyor. Yalnızca zaman, köprünün altından su gibi akıp gidiyor...