Gara Dayı

üEnşe (Ayşe) kocasına kaçar kaçmasına ama işten güçten, dirlik yüzü görmez. Koyun kuzu, sap-saman, küçük görümce ve kayın biraderlerinin bakımı, kaynana dırdırı derken yerinden memnun değildir. Bir de kayınpederi vardır ki adına ‘Gara Dayı’ derler; herkes bıyık altından ona güler, fısıldaşır, hakkındaki hikâye ve dedikodular hiç eksik olmaz; ister istemez Enşe’de anlatılanları işitirmiş. Boş kaldıkça yün eğirir, çuval dokur, örgü örerken gelip geçenlere kayınpederini anlatır, onları güldürürmüş. Bu onun başlıca eğlencesi olmuş. Atın geme itaat etmemesinden meydana gelmiş bir tabir vardır ‘Gembos’ diye. İşte Beyşehir gölünden İbradı’ya uzanan ince uzun ovanın da adıdır Gembos. Beyşehir gölü dolup taşınca yer altına süzülen su, ondan daha alçakta bulunan Gembos Ovası’ndaki obruklardan yükselir ve ovayı basar. Sonra aynı obruklardan girdaplar halinde çekilir, Ekin de ondan sonra başlar. Bakalım Enşe neler anlatmış.

İBRADI SOFRASI GEMBOS
Aralarında Gara Dayı’nın da bulunduğu İbradı’lı komşu çiftçiler Gembos’ta ekin biçmeye gider. Mahmut Çavuş, Nuhoğlu Hüsnü, gözleri mavi olduğu için Çondur Ahmet dâhil 8-10 kişi varlarmış. İşte böyle bir gün; her biri, bir çulun üstüne başak (buğday), arpa, darı kellesi ve bir pişirimlik nohut çıkartır koyar kapçığından tencereye. Akşam yemeği için bulgurla pişirilecektir. Lakin Garadayı varyemezdir. Dağarcığına hiç el atmaz. Dağarcık mı nedir? Yeni doğmuş kuzu veya oğlak derisinden yapılmış bir torbadır. Oğlak derisinin tüyleri ateşte ütülür. Bu işlem kuzu derisi için gereksizdir. Sonra o torba, ayaklarından bağlanarak sırt çantası yapılır. Ondan sonra azık o dağarcık torbasına konur. Ya işte böyle, Gara Dayı hiç dağarcığını açmaz, “ortadan” otlanırmış. Gönlü bol Nuhoğlu kendi ekmeğinden verirmiş Gara Dayı’ya ama aç kalma korkusu olan Çondur, “Ona vereceğine köpeğe ver” diyerek, kızıp ekmeği Gara Dayı’nın önünden aldığı gibi itlere atarmış. Gece olunca sabaha kadar ateş yakılır, her çiftçi bir kenara kıvrılır uyurmuş. İşte yine öyle bir gece, su içinde nohutu akşam ocağa koymuşlar pişsin de sabah yiyelim diye. Gara Dayı’nın yine kurnazlığı tutmuş. Kalkıp, kalkıp nohutu aşırıp yemiş. Sabah olunca da “ben yemeyeceğim, ben bulgur nohudunu ağzıma komam” demiş. Meğer bütün gece Çondur da onu gözetlemişmiş. Gün ağarınca “Sabaha dek ne senin gözüne, ne de benim gözüme uyku girdi. Sen zıkkımın pekini ye” demiş.
Aradan bir yıl geçmiş, Çondur’un kaşığı yokken, Gara Dayı’nın sapı yanık kara bir kaşığı varmış. Diğerleri ya bandıkları ekmekle, ya da külah yaptıkları yufka ekmeği ile yemeği kaşıklarmış. Garadayı gene kaşığıyla davranmış. Çondur dönüp Ali Ağaya “Ben yarın sofradaki kaşıkları atıcam” deyince “Olur, bizim oğlan” diye yanıtlamış beriki. Ertesi gün yemek vakti gelince herkes ekmeğini hem ıslatıyor hem de Çondur’u gözetliyormuş. O ise hışımla birkaç kişinin kaşıklarını alıp fırlatmış. Garadayı’nınkini ise en uzağa atmış. Garadayı şaşırmış. Kekeme de olduğu için ‘r’ harfi yerine ‘l’ ünsüzünü koyarmış: “Hele bu gara gücükten ciğelim yandı” demiş.
Aynı komşular başka bir kez Manavgat’a arı kovanlarından bal almaya gitmişler. Öleni, kalanı ayıklayacaklarmış. Herkes kovanını gördükten sonra bal varsa ortaya bir miktar koyup yemek adettenmiş. O gece Gara Dayı’nın balını Çavuş-Çondur kardeşler gizlice aşırmış. Olup bitenin farkında olmayan Gara Dayı boş kovanlarını görünce “Ben de bal yok” demiş. Hâlbuki ortaya konan onun balıymış. Gara Dayı yine herkesten önce davranmış kaşığına. Gene ‘r’leri söyleyemediği için: “Bu tat bizim ay(r)ılarda yok” demiş. Etrafındakiler hem “Ye Gara Dayı ye, malın gibi ye” derler bir taraftan da kıs kıs gülerlermiş.

YOL UZUN DÜZÜ KALDI
Derken bir Deli Hasan varmış. On altı yaşında yaramaz; ipsiz, illetsiz bir çocukmuş. Manavgat’a yine arı getirmeye gideceklermiş. Deli Hasan’ın öyle bir eşeği varmış ki at sineğinden çok korkar sırtındakini atarmış. Yolda Deli Hasan, Gara Dayı’ya “Yaşlısın, gel benim eşeğe sen bin” demiş ve başka bir eşeğin arka ayağının koltuk altından bir avuç üvez (at sineği) alıp Gara Dayı’yı bindirdiği eşeğin ayaklarına atmış. Eşek, onu sırtından atıncaya kadar hoplayıp, zıplamış. Deli Hasan hem gülüyor, hem de “Çoğu gitti azı kaldı, yol uzun düzü kaldı” diyormuş. Sonunda kendini yerde bulan Gara Dayı ise: “Bunda bir fi yeniği olduğunu bilmem lazım idi, değil mi ki deli demişler” diye mırıldanıyormuş.
Enşe sadece Gara Dayı’yı anlatmakla kalmaz, benzer başka olayları da anlatırmış. Sonunda adı ‘Masalcı’ olmuş çıkmış: “Çiftçinin birisi sabanı boyundurağı bir kenara koyup, dinlensin diye öküzleri salmış. Fakat ne yazık ki kayışı boyunduruktan çıkartmayı unutmuş. Ama gece yarısı bu kayış köpekler ve kurtlar tarafından yenmiş. Kemerini çıkartıp denemiş, olmamış. Başından sarığını çıkartıp, koşum yapmış ama o da kopmuş. Sonra demiş ki:
“Akıl olmayınca ne eylesin sakal”, “Gayışı dağlara götüren çakal”,
“Gör! Canına okuduğumun sarığı”, “Kayış ne çeker!”
Kaynak: Gülay Sarıtaş Diri (Çukurviran, İbradı, Antalya, 2015)