Gargara Köyü (II)

Gargara Köyü; Osmanlı Devleti’nin, Haldiki yöresinde Selanik’e bağlı Kesendire yarımadasında bir Türk köyüdür.

Hamdi Aga, kardeşi Yüzbaşı Sefer’in vefatının ardından başlar anlatmaya: Demir ağasının düğününde 3 yaşındaki Sefer ortadan kaybolur (Yıl 1919) (1). Meğer yolda bir dere yatağında; kaybolduğundan habersiz, gailesiz oynamaktadır, getirip anasına teslim eder. Hamdi Aga anlatırken birden gözyaşlarına boğulur:

“Ömer amcamın evi Rum eşkıyalar tarafından basılmıştı. Ahmet amcam kaçıp haber verdiğinde, evde babamla Halil Agam vardı. Hemen birisi tuvaletin penceresinde, diğeri de odanın penceresinde siper alıp ellerinde tüfek yolu gözetliyorlardı. Bir ara babam yanımıza geldi. ‘Dua edin samanlığı yakmasınlar. Elimizde tüfek var. Evimize zor girerler’ dedi.

Çoluk çocuk ocağın başında oturmuş, anamın koltuğuna sokulmuştuk. Anam şaşkınlıktan: ‘Okuyun yavrularım, dua edin Allah’a yalvarın; bizleri kurtarsın şu Rum’dan’ diyordu. Demir Agam olsaydı şimdi Rum palelerini darmadağın ederdi. Onu yakalasalar kanını içerlerdi belki. O dağda gizleniyordu, inemiyordu köye.

Ömer amcam da Demir Agam gibi iyi nişancı ve korkusuzdu. Babam yeni satmıştı koyunlarını. Para olduğunu biliyorlardı. Bizim evi basabilirlerdi. Ama Ömer Amcamdan, Demir Agamdan korkuyorlardı. Onun için Ömer amcamın evine ani baskın yapmışlardı.

Amcamı sımsıkı bağlayarak kendilerine siper edip yürü anlamına gelen Bros!.. Bros!! diye bağırarak bizim eve doğru iteleyerek getiriyorlardı. Babam ve Agam ateş ettiler. Amcam ‘Ateş etmeyin beni vuracaksınız’ diye bağırıyordu.

O zaman tüfekleri var diye korkmuş olacaklar ki: Geri dönmüşlerdi. Böylelikle kurtulduk. Biz anamın kollarında tir tir titriyorduk. Babam yanımıza geldi. ‘Korkmayın gittiler’ dedi. Hamdi Aga susunca: Sessizce dinleyen Emine Abla başını kaldırdı, ‘Köydeki evimizi Rum eşkıyaların bastığı geceyi ben anlatayım aga’ dedi:

“O gün Ahmet amcam, Nesibe yengem bizde idiler. Konuşup gülüşüyorduk. Köyde başka eğlencemiz yoktu. Birbirimize gider gelirdik. Kapı hızlı hızlı çaldı. Babam pencereden baktı. Ne görsün: Ev Rum çeteleri tarafından çevrilmişti. Hemen Ahmet amcama evdeki paraları verdi, arka bahçeye açılan, porta dediğimiz küçük kapıdan kaçırttı. Evde çoluk çocuk ve kadınlarla babam kalmıştı. Kapıyı kırıp içeriye dalan eşkıyalar babamı gafil avladılar. 8-10 kişi ile baş edemedi babam.

Anam iri yarı bir köy kadını idi. Merdivenin başında yengemle dona kaldılar. Ayşe ablam, Osman ağamla beni pencereden sarkıtıp kaçırmayı düşündü. Baktı ki: Ev sarılmıştı. Kapının arkasına ne varsa dayadık. Tir tir titriyorduk bizi kesecekler diye. Aşağıda babamı dövüyorlardı para diye. Bir ara sesi kesildi. Meğerse kendilerine siper edip Yusuf Amcama götürmüşler babamı.

Aradan çok az zaman geçti, babamın çığlıkları yine gelmeye başladı. Dipçikleri, kasaturaları rastgele saplıyorlardı. İstedikleri para idi. Yok dedikçe dövüyorlardı. Yengem, anam: ‘öldüreceksiniz” diye bağırıyorlardı. Bir ara anamı hırpaladılar. Ufak paraları buğdayın içine saklamıştı. Gözleri doymuyordu.

‘Yukarı çıkıp arayacağız’ dediler. Anam on beş yaşındaki ablam için korkuyordu. Kafasındaki kurgular onu deliye çevirmişti. ‘Yavrularıma dokunmayın’ diye yalvarıyordu. Kapıya yüklenip içeriye daldılar. Biz ablama sarılmış, kapının ardında korkudan titriyorduk. Para bulamayınca küfredip çıktılar. Anam rahatlamıştı. Dünya umurunda değildi. Çocukları kurtulmuştu ya.

Aşağıda babam yengeme fısıldamış. ‘Öldü diye çırpının’. Yengem başladı bağırmaya ‘Öldüüü! Öldürdünüz agamı!..’ diye. Adam öldü diye kaçıyorlarken, bir de baktık ki: Bitişik evde oturan Ahmet amcanın oğlu Salih aga ve gelin Hasibe, kucağındaki daha iki haftalık bebeğine sıkıca sarılmış, bahçedeki portadan dürtüklenerek içeriye getiriliyorlardı.

Babam kanlar içinde yatıyordu yerde. Onu göstererek ‘Verin paraları, sizi de onun gibi yaparız!..’ diyerek bağırıyorlardı. Salih aga koynundan paraları çıkardı, Hasibe gelin yüzük, küpelerini verdi. İşleri biten Rum eşkıyalar bırakıp kaçtılar. Hasibe gelin kocasına kızıyordu. ‘Ben sana söylemiştim, paraları ve bebeğin kundağına saklayayım diye. Bana güvenmedin, oh olsun sana’ diyor, ağlıyordu.

Babam yerde baygın yatıyordu. Durumu çok ağırdı. Köyümüzde hatırı sayılan Ahmet Pehlivan vardı. Onu çağırdılar. ‘Alçaklar!.. Alçaklar!..’ diye diye. Anama bir tencerede tereyağı kaynattırdı. Onu ılık ılık içirtti. Balmumu ile bir merhem yaptı. Sabunlu ılık su ile yaraları temizledi. Ve sürdü merhemi. Bir hafta bunu her gün tekrarladı. Babam üç ayda zor iyileşti. Ömrü varmış ölmedi. (1994)”

1) Zehra Güvenç, 1995, Anılarda Yaşamak, Mim Production, Antalya