Gazze’den sonra şiir yazmak…
Modern Batı düşüncesinin şekillenmesindeki en önemli olay Yahudi Soykırımı, özel adı ile Holokost’tur. Felsefeden tarihe, sanattan sosyolojiye kadar hemen her disiplini “Holokost’tan önce ve Holokost’tan sonra” diye tasnif etmek mümkündür. Hatta fen bilimleri için bile durum aşağı yukarı böyledir.
Alman-Yahudi filozof Adorno, Holokost karşısında öylesine büyük bir dehşete düşer ki “Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarlıktır” diye yazar (1).
Yaşananlar, insan acısının ve kötülüğün öyle bir merhalesidir ki buna dair her tür estetik arayış, hatta her tür düşünsel soyutlama teşebbüsü ahlak dışıdır. Ölümün gerçekliği, insan zihninin sınırlarını aşmıştır. Bunun için yaşamanın kendisi bile ancak, “Auschwitz’i de mümkün kılan ve burjuva öznelliğinin temel ilkesi olan “duygusuzlukla” mümkündür” (2).
Bu yazının kaleme alındığı saatlerde İstanbul halkı güneşli bir günün tadını çıkarmak için parklara, bahçelere, kafelere akın etmişti. Gazze’ye bombaların yağdığı, elektrik ve suyun olmadığı bu toplama kampında her üç dakikada bir çocuğun öldüğü zamanı kast ediyorum…
İnsanlık trajedisinin harıl harıl üzerimize aktığı böylesi bir zamanda, Erenköy’de kahve içmek, Bebek sahilinde yürüyüş yapmak veya Şile’de piknik yapmak tam olarak Adorno’nun söylediği şeye, “burjuva öznelliğinin temel ilkesi olan duygusuzluğa” denk düşmektedir. Büyük katliamı mümkün kılan şey de bu duygusuzluktan başka bir şey değildir.
Daha fazla felsefe yaparak sizi bunaltmak istemem. Söylemek istediğim, tarihteki o büyük kırılma anının üç aşağı beş yukarı “aynı koşullar altında” tekrar önümüze gelmiş olduğudur. Siyonistlerin Filistinlilere yaptıkları, bir zamanlar Nazilerin Yahudilere yaptıklarından pek de farklı görünmemektedir.
İsmi ne olacak, nasıl olacak henüz bilmiyoruz ama bu açıkça bir soykırımdır ve tıpkı Holokost gibi özel bir isimle anılmayı, insanlığın “biricik” acısı olarak tarihe geçmeyi hak etmektedir.
İşin hukuki tarafına baktığımızda soykırım suçunun manevi (mens rea) ve maddi unsurlarının (actus reus) mevcut olduğunu görüyoruz. İsrailli yetkililer, Filistinlileri bir bütün olarak yok etme niyetlerini defalarca ve açıkça ifade ettiler. Gazze şeridinde suyun ve elektriğin kesilmesi, halkın göçe zorlanması ve tüm insani alt yapının siviller gözetilmeden bombalanması da bu niyetin icrasını gösteriyor. Asgari adalet ve hukuktan nasibini almış bir mahkeme, İsrail’i hem savaş suçlusu hem de soykırım suçlusu bulacaktır.
İsrailli herhangi bir yetkiliyi değil de “İsrail’i suçlu bulacaktır” dediğime dikkat etmenizi isterim. Çünkü, bugün Filistinlilere uygulanan soykırım, Holokost ile müthiş bir benzerlik taşıyor ve tek başına yapılması mümkün olmadığı gibi tekil cürümler ile izahı da mümkün değil.
Faşizmin soykırım uygulamalarının üç temel bileşeni var: İşaretleme, kapama ve imha
Faşizm, önce kurbanı olan halkı/grubu lanetli, uzak durulması ve toplumdan yalıtılması gereken bir grup olarak işaretliyor. Tıpkı İsrail’in yaptığı gibi.
Sonra onları hapishanelere, toplama kamplarına veya duvarlar ile çevrili rezervasyonlara hapsediyor.
Yok edilmeleri için yeterli rızayı üretebildikten sonra ise topluca yok ediyor. Filistin halkına karşı Gazze’de tipik olarak bu şablonun işlediğini görüyoruz.
İsrail, Filistinlileri damgalarken gerekli rızayı üretmeyi başardı. Onları duvarlar arasına hapsederken de gerekli rızayı üretmeyi başarmıştı. Ama şimdi sıra imhaya gelince bir kayaya tosladığını görüyoruz.
Başlarda İsrail’den yana olan dünya kamuoyu yavaş yavaş dönüyor. Bunun bir sebebi cürümlerin daha görünür olması ve ana akım medyanın insanları eskisi kadar manipüle edememesi. Diğer sebebi ise şüphesiz dünyanın değişen dengeleri. Gözden kaçırmayalım, ABD’nin gerilimin azaltılması için Çin’den yardım istediği bir dünyayı yaşıyoruz. Hindistan hariç Batılı olmayan ülkelerin tamamı Filistin’i destekliyor. Bu, insanlığa karşı suç işleyenler açısından işlerin eskisi kadar kolay yürümeyeceğini gösteriyor.
Öte yandan, Adorno’nun “burjuva öznelliğinin temek ilkesi” olarak tarif ettiği o kesif duygusuzlukta da bir aşınma var. En azından onu taş gibi aşınmaz kılan, her insanileşme refleksinde kafasına tüketim balyozu ile vuran veya uyuşturucu bir şımarıklık iğnesi yapan “büyük medya makinesi” eskisi gibi çalışamıyor. Şimdiden açıkça söyleyebiliriz. Gazze 2023, tarihe özel koşulları olan bir soykırım olarak geçecek ve hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, şarkılar ve şiirler bile.
DİPNOTLAR
(1)Adorno, Theodor W.; Prisms; MIT Press, 1997, s.33
(2) Adorno, Theodor W.; Negative Dialectics; Routledge, 2004, s.363