Geciken adalet adalet değildir!

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Ergenekon davasında 274 sanık hakkında verilen kararları “esas ve usül” yönündenbozdu.
Buruk da olsa mutluyum, sevinçliyim ve gururluyum!
Gururluyum; çünkü bu kumpasın içinde olan bazı alçak gazeteci bozuntularının düştüğü duruma düşmedim!
İlk günden beri bu soruşturmanın:
Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine...
Vatanın bölünmez birliğine...
Laikliğe, milliyetçiliğe, bağımsızlığa...
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Atatürkçü komutanlarına...
Gerçek hukukçulara...
Dik duran gazetecilere...
Yurtsever siyasetçilere, sivil toplum örgütü yöneticilerine kurulmuş “çağın en büyük kumpaslarından biri” olduğunu söyledim, yazdım.
Şehir merkezinden yüz on kilometre uzağa “kaçırılan” duruşmalara elimden geldiğince gitmeye çalıştım. Kendisi başlı başına bir hukuksuzluk abidesi olan yargılama sürecine tanıklık ettim.
Türkiye Cumhuriyeti’nden maaş alan polis, savcı ve hatta hakimlerin “hukuka ihanetlerini” gözlerimle gördüm.
İçeride ölen onlarca masum insanın acılarını yakınlarıyla birlikte yaşadım.
Hastalananları tedavi bile ettirmeyen “adaletsiz adalet sistemi”yle kavga ettim. Bugün telefon açıp kuru bir “Nasılsın?” demese bile (canı yüzlerce kez sağ olsun), kansere yakalanan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na tedavi olanağı tanınması için 100’e yakın yazı yazdım!
Babalarından ayrı kalan çocukların sesi olmaya çalıştım.
Ve... Bir gün bile “Acaba?” demedim.
Sanıkların büyük çoğunluğunun haksızlığa uğradığından kuşku duymadım.
Bu duruşum nedeniyle çamur saçan köşelerde, “darbeci, postal yalayıcısı” ilan edildim.
Ekmeğimden oldum!
İşte; bu yüzden gururluyum.
***
Elbette dün açıklanan kararı veren Yargıtay hakimlerini kutluyorum. Ancak... Hukuk öğrencilerine daha birinci sınıfta öğretilen temel kuralı anımsatmayı da görev biliyorum:
“Geciken adalet, adalet değildir!”
“Düzmece”olduğunu görmek için “hukukçu” olmanın bile gerekmediği bu dava, daha savcılık aşamasındayken reddedilmeliydi. Ancak olmadı.
Sanıkların ve aile bireylerinin hayatları, özgürlükleri, sağlıkları, onurları ellerinden aldı.
***
Şimdi tüm yargı mensuplarına düşen bir görev var:
Bu tür kumpaslara bir daha alet olmamak için gerekli önlemleri almak!
Peki; hakimlerin, savcıların siyasal iktidarın emrine girdiği ya da tarikatlarca yetiştirildiği bir dönemde; bunun olabileceğine ihtimal veriyor muyum?
Ne yazık ki hayır!
İşte; bu yüzden... Bugün mutlu olmakla birlikte, geleceğimiz için yine son derece kaygılıyım!

SONER!
Soner Yalçın ülkemizde “korunmaya muhtaç bir tür” haline gelen, “bağımsız ve cesur gazeteciler”in başında geliyor.
Sürekli üretiyor:
Kitap yazıyor, Sözcü’deki köşe yazılarıyla ufkumuzu açıyor, Odatv’yle gazetecilik dersi veriyor.
Bir de övünerek söylemeliyim ki; yılda iki kez Kral Çıplak’a konuk oluyor.
Her çıktığında da Kral’ı madara ediyor!
Bu akşam, yine bir “Soner Yalçın” akşamı...
Eğer Soner’in temyizden dönen Ergenekon Davası’yla, “Cumhurbaşkanı’nın diploması”yla, Kilis’e düşen bombalarla, terörle, dokunulmazlık restleşmesiyle, MHP’yle ilgili düşüncelerini öğrenmek istiyorsanız, sizi de bu akşam 21.00’de Ulusal Kanal’a bekliyoruz.

GÜNÜN SORUSU
Hatırlarsınız; cumhurbaşkanlığına Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösteren Kemal Kılıçdaroğlu, gelen sert tepkiler üzerine kabalaşmış ve “Tıpış tıpış gidip oyunuzu vereceksiniz” demişti. Duyduk ki artık bir “MHP Milletvekili” olan Ekmeleddin Bey, Osmanlı Hanedanı’nın üyelerine maaş ödenmesi için yasa önerisi vermiş... Soru, Kılıçdaroğlu’na:
Cumhurbaşkanı adayınızın verdiği yasa önerisini destekleyecek misiniz?

‘Cumhurbaşkanı, üniversite arkadaşlarına yemek versin!’
Dünkü yazımda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tartışılan üniversite diplomasından söz etmiş, sonra da ABD’deki bir üniversiteden aldığı “fahri doktora”karşılığında 300 bin dolarödendiğini dair iddiadan söz etmiştim.
Liberal Demokrat Parti Basın Bürosubir açıklama yayınladı ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir çağrıda bulundu:
“Çocuklardan, şehit ailelerine, muhtarlardan, kaymakamlara, sporculardan diplomatlara kadar toplumun farklı kesimlerini ağırlayan Cumhurbaşkanının, bugün bulunduğu makamı borçlu olduğu üniversite hocalarını ve sınıf arkadaşlarını Saray’da vereceği, basına da açık bir yemekte ağırlamasının, üniversite günlerini birlikte yâd etmelerinin güzel bir girişim olacağına inanıyoruz!”
***
Sahi; imam hatipten, Kasımpaşa’dan, ilk çalıştığı kurum olan İETT’den birçok arkadaşını tanıdık ama üniversite bitirdiğini söyleyen Cumhurbaşkanı’nın tek bir hocasını ya da üniversite arkadaşını ne gördük, ne de duyduk...
Umarım bu güzel davet önerisi gerçekleşir de biz de bu “şanslı” (!) insanları tanımış oluruz!

SÖZ SİZDE (156+293)
Abdullah Gül’e sormaya devam ediyoruz. Sıra E. Y.’da:
“Abdullah Bey...
Ben de sizin gibi Kayserili bir pazarlama elemanıyım. İşim gereği memleketi çok geziyorum. Kayserili olduğumu öğrenen bazı müşterilerim bana Huber’i soruyor... Ben de ilk başlarda konuyu bilmediğim için ne demek istediklerini anlamıyordum. Sonra internette araştırdım ve meselenin bu köşedeki yazılardan kaynaklandığını anladım. Sahi hemşerim; bu kolay sorulara niye cevap vermiyorsun? Ödemediysen, ‘Ödemedim’ de... Niye bu kadar korkuyorsun da bizi de zor durumda bırakıyorsun?”

GÜNÜN İSYANI
İsyanım, Ensar Vakfı’yla özdeşleşen Karaman’daki 10 çocuğa taciz davasını, tarihte eşi benzeri görülmemiş şekilde tek celsede karara bağlayan ve Ensar Vakfı’nı “mağdur” konumuna koyup yargılamayan hakime:
O çocuklardan birinin babası olsaydın yine aynı kararları verir miydin?