Geleceği öngörmek

Gelecek, insanın varoluşunun en önemli ögesidir. Onun için geleceği öngörme çabası, bütün gelişim süreci boyunca insanlığa eşlik etmiştir. Önünde kurulacak bir gelecek olan toplumlar, insanlığın ilerlemesinin önünü açmıştır. Yarına yönelik bütün çabası bugünü yeniden üretmeye indirgenmiş, diğer bir deyişle geleceksizleşmiş toplumsal sistemler ise, gelişmenin önünü tıkamıştır.

ÖNGÖRÜYE YÜKLENEN İŞLEV VE İÇERİK

Her toplumsal sistemin gelecek öngörüsüne yüklediği bir işlev ve içerik vardır. Çünkü insanlığı ilerletmenin de, önünü tıkayıp geriletmenin de yolu, bu işlev ve içerikten geçer. Geleceği alna yazılmış değişmez bir kader sayan anlayış, geleceğin yaratılmasında insanın aklını da, istencini de devre dışı bırakır. Ama akıl ve istenç toptan ortadan kaldırılamayacağı için, onlara oyalanacakları içi boş dışı süslü oyuncakların armağan edilmesi gerekir. Aklın işlevi, verilen “repliklere” doğru yanıtı bulmaya, istencin içeriği de bu doğru yanıtın ötesine geçmeyi engellemeye indirgenir.

Gelecek öngörüsü, kehanete dönüşür. Öngörü uzmanları da, artık kâhinler, falcılar ve medyumlardır.

Bunun karşıtı ise, geleceği, yaratılmasında insanın katma değerinin en yüksek olduğu bir kamu varlığı olarak gören yaklaşımdır. Buradaki gelecek öngörüsü, geleceği yaratmak içindir. Kâhinlerin koyduğu öznel sınırlar yıkılarak, akla yalnızca gerçekliğin dayattığı nesnel sınırları keşfetme görevi yüklenir. İstenç üstüne konmuş zincirler kırılarak, ortak istenç geleceği yaratmanın temel gücü haline getirilir. Bilim ve sanat, içleri boşaltılmış sahte ambalaj malzemeleri olmaktan kurtarılıp, insanlığın önünü açan gerçek işlevlerine kavuşturulur.

İKİ KARŞIT YAKLAŞIMIN YERYÜZÜNDEKİ ÇATIŞMASI

Geleceğe ilişkin bu iki karşıt yaklaşım, günümüzde yalnızca felsefe ve ideoloji alanında “göklerden yeryüzüne yansıyarak” değil, siyaset alanında “ayakları yeryüzüne basarak” çatışmaktadır. Çatışmanın odak noktası, emperyalizmin kader olarak görülmesiyle, ezilen milletlerin emperyalist sistemin dışına çıkarak kendi geleceklerini kendi elleriyle kurmaları arasındadır. Çatışma, Yeni Ortaçağ ile Atatürk Devrimi arasındadır.

Beyazcamda yürütülen tartışmaların büyük çoğunluğu, emperyalizmin dayattığı “kehanetler” çerçevesindedir ve “falcılık” kapsamına girmektedir. Ama artık kehanetler doğru çıkmamakta, emperyalizin kendisi kimi kehanetlerinden vazgeçmek zorunda kalmaktadır. Madencilerin ölümünü, kadın erkek eşitsizliğini, özetle Yeni Ortaçağ’ın bütün ögelerini fıtrata bağlamak da, emperyalizmin kulağa fısıldadığı bir aday için “tıpış tıpış sandığa gidileceğini” öngörmek de, verilen repliklere istenen yanıtların verilmesini sağlama çabasından ibarettir. Ama artık replikler de, tasarlanan yanıtlara yol açmamaktadır.

ASLOLAN MAKUS TALİH DEĞİL, MAKUS TALİHİN YENİLMESİDİR

Bir öngörüde bulunmamız gerekirse, ortaya çıkan alametler iyiye işarettir. Gün, bu işaretleri doğru okuyup, ülkemizi yeniden Atatürk Devrimi yoluna sokacak toplumsal gücü yaratma günüdür. İnsan , “aritmetik bir varlık” değildir. Aklı olanın yüreğini, yüreği olanın aklını alırsanız, geriye yarım insandan çok daha azı kalır. Bilim için akıl yetmez, yürek de gerekir. Sanat için yürek yetmez, gerçekliğe dayanmanın aklı da gerekir.

Bu yazı yayımlandığı sırada, Prof. Dr. Rennan Pekünlü Yeni Ortaçağ’ın bir tertibi sonucu cezaevine girmiş olacak. Bu, bir sürecin sonu değil, yeni bir sürecin başlangıcıdır. Bütün toplumumuza, ama en başta da bilim, üniversite ve hukuk topluluklarımıza düşen görev, Rennan Hocamıza karşı sahneye konmuş olan tertibi bütün kamuoyunun gözünde aydınlığa kavuşturmak, tertibi düzenleyenlerin, uygulayanların ve uygulanmasına alet olanların yargı önüne çıkarılmasını sağlamaktır. Aslolan milletin “makus talihi” değil, “bu makus talihin yenilmesi”dir.