Gelecek çoktan başladı bile!
Bu köşeyi okuyanlar yukarıdaki başlığı bir önceki yazımın ara başlığı olarak kullandığımı herhalde hatırlayacaklardır.
Son günlerde bazı sanatçı dostlar, sanat düşünürleri, yazarları, küratörler, sanat galerileri, sanat koleksiyonerleri ve sanatseverler sık sık sormaya başladıkları için onlara cevap olarak söylediklerimi burada da yinelemeyi uygun ve gerekli bulduğumu özellikle belirtmek istiyorum.
Çünkü bazı dostlar, tanıdıklar, endişe içinde merak edenler konunun içindeki çevre isimlere yönelttikleri bu yöndeki yazılı soruları ve aldıkları cevapları kendi platformlarında yayımlamaya çoktan yayımlayıp paylaşmaya başladılar bile.
Son günlerde ilgili çevrelerde hızla artan İnstagram canlı söyleşileri uzun uzun, endişeli ve meraklı ne olacak soruları ve cevapları yığın yığın.
Konu üzerine hem düşünen hem yazan biri olarak ben de bu tür sorulara karşı geleceğin çoktan başladığını söylüyorum hep söylüyor olduğum gibi.
Her anlamda uzunca bir süredir tarihsel bir kiriz var çünkü ve her kriz anında olduğu gibi bir sonrasında ne olacağı da olması gerektiği gibi oluyor olanın içinde çünkü.
Çünkü geliyor olan kendi sonrasını ve çaresini de ana karnında gelişip büyüyen bir cenin gibi yaşananların içerisinde zaten kendi ritmi ve ritüeli içerisinde taşıyıp duruyor gözleri açık ve kafası çalışıyor olan herkese.
Evet krizin adı üzerinde: pandemi. Yani coğrafi bir sınırlama olmaksızın aynı zaman aralığında küresel olarak bütün dünyayı sarmış yaygın ölümcül salgın hastalık demek.
Fakat unutmayalım ki bu salgın tıp / sağlık alanında yalnızca biyolojik bir virüsün yol açmış olduğu hastalık olarak tanımlanıyor ve bu yok edici virüsün düşünsel ya da ideolojik olarak önü arkası, sağı solu pek görülmek istenmiyor gibi sanki?
Öyle ya bu sınırsız felaketin taşıyıcısı olan virüs aslında nereden, ne zaman, nasıl ve hangi tarihsel ya da güncel koşullarda ortaya çıktığını anlayamazsanız siz de bir tür uyurgezere dönüşmüşsünüz demektir ki vay halinize! Eğer onu tanımıyor, bilmiyor, anlamıyor ve hatta anlamaya dahi çalışmıyor da sanki “biraz daha dikkat etseydik başımıza bunlar gelmezdi” gibi algılayabileceğimiz “nezle” benzeri gelip geçici biyolojik bir hastalık olarak görürseniz -bana kalırsa- her ne kadar süresi tamamlandığında elbette ondan kurtulabilirsiniz.
Fakat bu viral felaketi doğuran asıl biyolojik nedenlerle birlikte bunlara yol açan asıl öteki benzeri düşünsel, zihinsel, ideolojik, kültürel, ahlaki, felsefi vb. pandemimlerden muaf kalma olanağınız kalır mı bilemem doğrusu?
O yüzden, bu salgından çok çok önceleri başlamış olan bu pandemi sürecinin de en önemli sebep ve ortamlardan birisi olan düşünsel, sanatsal, kültürel, ahlaki büyük insani çöküşler bizleri daha nereye kadar sürükleyecek ve bütün bunların sonunda aslında ne yapmamız gerekiyor olduğunu artık oturup kalkıp yeniden yeniden konuşup tartışmamız gerekiyor bana kalırsa?
PEKİ NEREYE DOĞRU EVRİLİYORUZ?
Yazılarımı okumuş olanlar aslında neye, nereye doğru evrildiğimiz üzerine uzunca bir zamandır yazıp durduğumu ve düşüncelerimi yakından bileceklerdir sanırım?
Fakat yine de tekrarlamakta fayda var. Bütün dünyada hayat, felsefe, sanat, ahlak ve “kültür dinleri”nin sözüm ona “güncel” duaları da, bedduaları da, sözde yeni “çağdaş” diye yazılıp okunan duaları da, özellikle 1990'lı yıllardan beridir aynı frekanstan zaten ses vermekteydi.
Bu alabildiğine tiz insani ahlaki, kültürel felsefi feryat, çıktığı kültürel bedenin dayanıklılığına, sahiciliğine, çektiği acıya, yaşama azmine, hayatiyetine, birikimine, tarihine ve gelecek iddiasına göre az ya da çok ama mutlaka bas bas bağırıp durmaktaydı uzunca bir zamandır.
Fakat ne yazık ki bu çığlığı tam zamanında ve yeterince duyan olmadı, olamadı bir türlü? Duyan olduysa bile duyduklarını yeterince ciddiye almadı her nedense?
Bu durum bugün de aynı uyurgezerlik haliyle aynı biçimde devam edip gidiyor ne yazık ki?
Dünyanın bütün kültürlerinde ve coğrafyalarında aynı anda baş gösteren bu tiz sesli acil insani, kültürel S.O.S.'lar, dünya tarihinde zaman zaman baş göstermiş olsa da -en azından biyolojik olarak- daha önceleri bu şiddette olanı insanlık ömürleri bağlamında elbette bir ilk aslında.
“Küreselleşme” ideologlarının öngöremedikleri zorunlu ama bir o kadar da kendi bünyesinde çıkış vaadi de taşıyan bu çapraşık ufuk ışıklarıyla yüklü olumlu, tarihsel bir karşı sonuç / dönemeç bir bakıma.
Doğal olarak her şey ana rahminden gelen kanlı suyun arasında ve çok karışıkmış gibi görünüyor! Piyasa ve küreselleşme mekanizmalarının aşırı kullanımı sonucu giderek her şey zıvanadan çıkarılmış, bu yüzden kurulmuş olan küreselleşmeci kültür saltanatlarının ayaklarından yanık kokuları ve dumanlar çıkmaktadır artık!
Fakat bu abandone ve şaşkınlık hali daha fazla süremez!
Akıllar uyurgezer, duyarlıklar rehin, kulaklar sağır, ağızlar gemli sanki yine de?
Fakat şu kesin: “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
O yüzden de kesinlikle bütün düşünce, sanat, kültür, toplum, birey, sanatçı, sanat izleyicisi, galerici, koleksiyoner, sanat piyasası ve bütün bunlar arasındaki eski ilişki biçimleri yeni döneme uygun olarak yeniden biçimlenecek!
Fakat unutulmasın ki bu saptama yalnızca bir temenni ve öngörü.
Aklını başına toplayıp da uyananlar ve tedbirler geliştirip uygulayanlar yollarında sağlıklı bir biçimde ilerlerler, yeni yeni yollar yöntemler bulup her şeyi yeniden kurarlar.
Uymayanlar, direnmeyenler, yeni yeni yollar yöntemler bulmayanlar ise bir süre daha debelenirler ve elbette hiç ummadıkları bir noktada beklendiği gibi yıkılıp giderler o kadar...