Gelecek programı olmayan sinema: Emek -(TAMAMI)

Önce boşaltarak kendi yazgısına bırakarak harabeye çevir, sonrasında unuttur ve bir gün ansızın tarihi binanın yazgısına kelepçeler vurarak iskeleleri kurarak yıkıma hazırlan... Kentlilerin duyarlığını oluşturan İstanbul coğrafyasında yer alıp da yitik giden her bir yapının ortak kaderi. Ne yazık ki İkinci Meşrutiyet dönemine ait tarihi Cercle D’Orient’in önüne konan iskelelerle, Emek’in de öteden beri yoğun bakımda olan yaşamı, bu önceden planlanıp projelendirilmiş kaderinin ya da akılalmaz bir vurdumduymazlığın sonunu getirecek. Tıpkı, bir gecede önüne tahta paravanalar konup da ertesi günü yerle bir edilen Taksim- Maksim sineması, ya da bir kibritle nasıl ve de neden yanıp yıkıldığı bir türlü bilinmeyen Atatürk’ün film izlediği Elhamra sineması gibi....

İstanbul’un bir gecede yokolan tarihi binaları saymakla bitmez. Bu binaların çoğu bir kazma dayanıklılığındadır. İlk darbeyi vurunca gerisi gelir... Sonrası ise bilinen şeyler, ahlar vahlar ve de değişmez yazgıları olan unutulmaktır.

Bizde şehircilik denince, yalnızca yıkmak, yok etmek onun yerine ise kentin kimliğine aykırı binalar yapmak gelir. Korumacılık ise en son düşünülen yöntemdir. Çünkü korumacılık, restore edip onu aslına uygun olarak yaşama ve kente kazandırmak, günümüzün rant sevdası yüzünden neredeyse çılgınlık sayılır. Yıkıp yerine daha büyüğünü yapma yarışında korumacılığın sözü bile edilmez.

Haksızlık yapmayalım, bu günlerde yeni korumacılık yöntemleri de geliştirilmiyor değil. Örneğin Taksim Meydanı’na eski Topçu kışlasını yeniden yapmak gibi. Tabii burada amaç hiçbir tarihi değeri olmayan bir binayı yeniden asılana uygun olarak yaparak kent kültürüne kazandırmak değil, o binanın altında ve üstünde yer alacak onca dükkanın akılalmaz rantını, sözüm ona tarih kılıfıyla pazarlamaktır. Ayrıca bu binanın tekrar kent yaşamına kazandırılması gibi hiçbir kimsenin de, ne bir isteği ne de bir talebi var.

Bir yanda, yıllardır yıkılmaması için demokratik sivil örgütlerin ve de binlerce kişinin büyük bir duyarlılıkla karşı çıktığı emek sineması var; öbür yanda ise hiç kimsenin ne olduğunu bilmediği, bilse de günümüzde hiçbir değeri olmayan bir binanın yeniden yapılması var. Halkın istediği yıkılıyor, talep etmediği ise yeniden yapılıyor. Anlamak mümkün değil.

Evet, artık Emek’in “pek yakında” ya da “gelecek programı yok. Zaten yıllardır da olmamıştı. Ama bir umut ya, bekledik durduk. Bir çok sorumlu kişi kamuoyundaki duyarlılığı hafifletmek içen zaman zaman “yıkılmayacak”, Emek aynen kalacak” dememişler miydi? Biz mi yanlış değerlendirdik, yoksa onlar mı yalan? Bizlere yalan söylemişlerdi. Bunu da anlamak mümkün değil.

Ama ben bir şeyi hiç ama hiç anlamıyorum. Bir kentin bu denli büyük bir duyarlılıkla üzerinde durduğu, adeta onun için direndiği ve bundan sonra da direnmeye devam edeceği bir yapıyı, bir Emek’i yıkmak niye? Halka, İstanbul’luları, dahası tüm sinemaseverlere, dehası bu düş şatosunda onca anıya sahip olan kişilere bir meydan okuma, onları yok sayıp görmemezlikten gelmek midir? Dünyada hiçbir yönetimin halka karşı, halka rağmen bu işi gerçekleştirme aşamasına koyması mümkün değildir. Belki bizler -mümkün değil ama- zamanla unuturuz ama, bu yok edilişi tarih asla affetmez...