Geliyor Olanın Muhtemel Anatomisi Üzerine (1)

Okuyanlar bilecektir: bu köşenin yazarı yirmi yıldır hem düşünce sanat kültür ortamlarında hem de diğer alanlarda gerektikçe yazıp söylüyor. Artık dünya bambaşka bir çağa geçiş sürecinin eşiğinde duruyor. Çünkü bunu hem tarihsel zaman zorluyor, hem de bizzat dünyanın oldukça karmaşıkmış gibi görünen çelişkilerle yüklü güçler arenasının ideolojik siyasi ve kültürel koordinatları.

Bu tarihsel saptamayı bazı yüksek öngörü sahipleri zaten çok çok daha öncesinden, bazıları ise son sekiz on yıldır ısrarla dillendirmekten kaçınmıyorlar.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir tür “Avrupa Çağı” olarak da adlandırılabilecek bildik bir çağ yerini ister istemez yükselen süper güç “Amerikan Çağı”na bırakmaya başlayacak ve bununla birlikte ABD merkezli “Yeni Dünya Düzeni” kurulma süreci yaşanacaktır.

Bilineceği üzere, bu yeni sürecin ideolojik zemini aynı zamanda Avrupa'da ortaya çıkan “modern” (aydınlanma devrimi) ile yeni süper güç ABD'nin merkezinde durduğu “postmodernizm” (anti modernite- aydınlanma devrimi karşıtı) süreçtir.

Yine bilineceği üzere bu yeni sürecin en tipik dieolojik özelliği ve içeriği bizim hep içerisinde debelenip durduğumuz “Batı” kavramının içerisine İkinci Dünya Savaşı'yla birlikte Amerika'nın da dahil olması ve “Batı” dalgasının öncülüğünün bu büyük süper gücün alanına kayarken “Batı” kavramının asıl kurucusu yorgun ve şaşkın Avrupa'nın ise bu yeni süper gücün etki alanına kapılıp onun kuyruğuna takılmak zorunda kalmasıdır.

Fakat tarihin de kendi içinde doğal diyalektik dönüşümleri var.

1950'li yıllarla birlikte bir tür hegemonya savaşlarının ilk büyük ideolojik siyasi çatışması olarak alevlenen ünlü “Kültürel Soğuk Savaş” 1990'lı yıllarla birlikte dünya yeniden ve uzunca bir zamana yayılan bambaşka bir sürece evrilecektir.

Sovyetler Birliği'ndeki dönüşümle birlikte değerlendirildiğinde bu yeni süreç giderek ABD'nin büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika için neredeyse 30 yıldır siyasi işbirlikleriyle, darbelerle, parayla, makamla, ideoloji, sanat, kültür vb. bunların enstrümanlarının yanı sıra her türden ekonomik, siyasi, askeri güç ve tür yolu kullanarak gerçekleştirmeye çalıştığı BOP projesi savaşları devrededir artık.

2000'li yıllarla birlikte ise bu projenin gereği olarak yüklenildikçe Ortadoğu bölgesinde bazı siyasi askeri kültürel sonuçlar alınmış olsa da bunun birçok bağlamda asıl özü son yıllarda hızla çöküşe geçecektir.

Afganistan, Irak, Suriye, Libya vb. ülkelerdeki ideolojik siyasi askeri kaos, kargaşa ve savaş tümüyle bu projenin sonucuydu.

Arap Baharı girişimleri, aptallıkları, yaygaraları ham hayalleri de öyleydi kesinlikle.

Türkiye'deki 15 Temmuz darbe girişimi de bu küresel girişimin alabildiğine çaresiz son halkalarından birisiydi.

Hani Anadolu'da halk arasında bir söz olarak da söylenen ve önceki bir yazımda da sözünü etmiş olduğum Urfalı Mukim Tahir'e ait bir Urfa türküsü vardır: “Gele gele geldik bir kara taşa!”

Hem Türkiye hem bölge hem de aslında bütün dünya bu tarihsel “kara taş” sürecinin sonuna doğru ilerliyor sürekli.

YENİ SÜREÇ YENİ ANATOMİ

Bir önceki yazımda da altını ısrarla çizmeye çalıştığım gibi yeni süreç çoktan başladı bile. Görünür bütün veriler, Amerika'da, Avrupa'da Ortadoğu'da ortaya çıkan olaylar, sözler ve siyasi ideolojik itirazlar, karşı çıkışlar bunu göstermeye devam ediyor.

Bazılarına göre 2020 yılıyla birlikte başlayan ve son üç aydır bütün dünyayı sarmış olan Corona virüs salgını da sözüm ona süper güçler tarafından biyolojik bir virüs formatında tasarlanmış bir siyasi dönüştürme girişimiymiş aslında.

Komplo ya da değil, bu iddiaları tartışmak bir yana, öyle ya da böyle hep söylemeye, yazmaya çalışıyorum: önceki süreçten çoktan kopmuş ve en önemlisi de onun denetiminden tamamıyla çıkmış görünen yepyeni bir “yeni”ler dünyasına doğru evrilmiş durumdayız şu an kesinlikle.

Fakat evriliyoruz evrilmesine de peki nereye neye doğru evriliyoruz? Sanki dünya siyasetinde, savaşçı güçler arenasında hiçbir doğal diyalektik dönüşüm ve kırılma yaşanmıyormuş gibi dogmatik olarak sürüp sürekli ilerleyen eski tip bir dünya düzeninin yeni bir basamağına mı yoksa bambaşka ve yepyeni bir dünya düzenine mi?

Sesli düşünüyorum: bu alabildiğine sıradanmış gibi görünen bu soruya öngörüsü yüksek, yepyeni ve yaşanırlığı olan hayati bir cevap üretmeden hiçbir yere çıkılamaz, yalnızca komplo teorilerinin içinde boğulup kalınmadığı gibi yolunuzu dahi bir türlü bulamayıp sağa sola savrulur durursunuz!

Bana kalırsa şöyle düşünmeyi deneyin derim: doğan, gelişen, büyüyüp dönüşen her şeyin bir yaşam ritmi, stratejisi ve ömrü söz konusudur ve her hayati yaşamın da doğal olarak bir “ölüm”ü mutlaka olacaktır. Öyle değil mi?

Biliyorsunuz; yaşam ve ölüm arasında sürekli yinelenip duran bir “sonsuz döngü” ritüelidir bu ve her şey bu aralıkta erken ya da geç ama mutlaka sona ermektedir çaresi yok.

Hatırlayın, bu kavram Friedrich Nietzsche'ye ait ve zamanın bir tür tekerrür eden döngüsel bir forma sahip olduğu, yaşam ve ölümün birer diyalektik olgu olarak sonsuza dek yinelendiği ve şu andan sonra da mutlaka yinelenmeyi sürdüreceği tezi üzerine kuruludur.

Öyle bir süreçten geçiyoruz ki bazı ezberlerin basmakalıp öngörü ya da bildik formüllerin unutulması, bazı öngörü ve yeni sözlerin yeniden hatırlanması gerekiyor.

Bu da yetmez: hatırladığınız öngörüleri, yerinde saptamaları, sözleri de yeniden yeniden ve bıkmadan söylemek zorundasınız.

(Devam edeceğim!)