Gerçeğin aydınlığı

Veysel Çolak, Face’te her gün şiir ve insan üzerine yazı ya da notlarından kesitler paylaşıyor son zamanlarda. Vakit buldukça izlemeye, görüş belirtmeye çalışıyorum. Bu sabah, "Kirli Gerçekçilik" ve Kirli Gerçeklikler başlıklı paylaşımında, ABD’de Bukowski’nin (1920-1994) kurucusu olduğu, toplumun marjinal kesimlerinin ve ayaktakımının yaşamından kesitler yansıtan "Kirli Gerçekçilik" akımı üzerine düşünmek gereğini belirterek, “Kirli gerçekleri yaşamak onlara dayatılmıştır.” dedikten sonra vurguluyor: “Kirli gerçeklikleri gereksiz kurguya girmeden sadeci (minimalist) bir anlayışla olduğu gibi anlatmak.”

Veysel Çolak, “kirli gerçeklikleri” bitişik gördüğü “sadeci” anlayışla yansıtan şiirleri önemsediğini söylüyor: “Ne yalan söyleyeyim, kendilerine özgü, jargon (gruba ait özel dil, söz dağarcığı) diyebileceğimiz bir dilleri olan grupların kirli gerçekliğin şiirini yazmaya çalışması çok ilgilendiriyor beni. Önemsiyorum bunu. Bu, tam anlamıyla başarıldığında görmezden gelinen, yok sayılan o insanlar ve o insanların toplumsal itirazı daha iyi anlaşılacaktır.” (bkz.: https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10159086994104798&id=686209797)

KONU ÇOK ESKİ

Konu, Sinoplu Diyojen’e kadar uzanıyor: Köpeksi (kinik / sinik) bir yaşamı benimseyen Diyojen, bedenini örtecek kadar urba giymeyi yeterli görüp fıçı içinde yaşamayı seçerek dünyaya da metelik vermeyen bir düşünür... Eşya olarak bir de belinde iple tutturduğu ağaç maşrapası vardır: Taa ki bir çocuğun kasabadaki ortak çeşmenin kurnasından avucuyla su içtiğini görene kadar... Onu görünce, yaşamının en büyük bilgilerinden birini öğrenmenin verdiği minnet duygusuyla maşrapayı da atar.

Avrupa’dan Hindistan’a uzanan büyük bir imparatorluğun kurucusu İskender, kinizmin felsefi kurucu ve sözcüleri Aristippos ve Antisthenes’in düşüncesini köpeksi yaşam tarzıyla gündelik hayata en iyi uygulayan Diyojen’in tam önünde atıyla dikilip güneşini keserek ona fıçıdan kurtulmayı önerdiğinde aldığı yanıt 2350 yıldır dillere destan: “Gölge etme, başka iyilik istemem.” Bir gün de, Sinop’taki heykelinde görüldüğü üzere, yanında köpeği elinde lambasıyla, gündüz gözüne sokaklarda adam aramaya çıkar. İtirazı bırakın, var olan toplumsal yaşam tarzını ve insan ilişkilerini kökünden reddedecek ölçüde pervasızdır.

YENİ ORTAÇAĞ’DA DURUM FARKLI

Özel mülkiyetin insanda yabancılaşmayı pekiştiren, kabuk bağlamasına yol açan niteliğini bozucu yönü yüzünden Diyojen’in tutumunu öteden beri olumlu bulmakla birlikte, günümüzde toplumun marjinal kesimlerinin ve ayaktakımının yaşamından kesitler yansıtan "Kirli Gerçekçilik" akımının postmodernizm ve düzenin egemen unsurlarınca el altından azdırıldığını düşünüyorum. Kirli gerçekliği anlamak için çamura bulanmak zorunda kalışı kabul edebilirim. Ama edebiyat üzerinden kirlenmeye övgü düzmeyi ne felsefi ne de estetik açıdan etik bulurum. Nitekim Yeni Ortaçağ’da “ânı yaşama” anlayışı, insana aklı terk edip içgüdüleriyle yetinmeyi dayatıyor: İnsan her türlü toplumsal dayanışma, sorumluluk duyma, kültürel birikimi üstlenme ve geleceğe hazır olma duygularından yoksun bir içgüdüsel varlık olarak yalnızca tüketmelidir. Var olan dünyadan kurtulmanın onu sürekli kirletmeyle gerçekleşeceği varsayımına dilin olanaklarıyla güç veren şiirsel söylem olarak her türlü düşünsel ve sanatsal birikimi hiçe sayışı da bunu somutluyor.

Bence sanat ve felsefe; insan ve dünyayı hiçbir düzlemde kirletme işlevi üstlenemez. Bu işi bilim ve teknoloji yeteri kadar beceriyor zaten. Sanatın temel işlevi gerçekliği insanî boyutlarda dönüştürmeye ivme kazandırmaktır. Postmodernizm dalgası insan ve yeryüzünü sonuna kadar kirletmek ve tüketmek üzere kıyıya ilk vurduğunda Yenibütün bildirisinin 33 yıl önce bir çığlık olarak yükselişi de tümüyle bu anlamı içeriyordu.

Düzeltme

Geçen hafta tam bu saatlerde önce bilgisayarda sonra internette sıkıntı yaşadım; gazetenin yazı için verdiği teslim saatini epeyi aşmıştım ki, yazıyı, “Dışarda kar yağıyor” şiirinin dizeleriyle bitiriverip göndermek zorunda kaldım. Bir anlık bellek yanılsamasıyla şiirin Nâzım’a ait olduğunu yazdım. Yazıyı okuyan Suat Hamaratgil, beni hemen, “Üstadım bugün köşende yer alan şiirin Nazım Hikmet’e ait olduğuna emin misiniz?” sorusuyla uyardı. Bir anda kendime gelerek şiirin Ünol Büyükgönenç’e ait olması gerektiğini düşündüm ki, gerçekten de öyleydi. Sayın Hamaratgil’e minnet duygularımı ilettim. Kendisinden şu yanıt geldi:

“Ne demek üstadım. Ben birikiminiz ve dile getirme tarzınıza hayran olan bir okurunuzum sadece. Yazınızı okurken şiirin Nâzım Hikmet’e ait olmadığını biliyordum. Kime ait olduğunu tam çıkaramamıştım... Bu yüzden unutmadan hemen sıcağı sıcağına size yazmak istedim, vakitlice bir düzeltme şansınız olması açısından. Bu davranışımın sizi mutlu etmesine çok sevindim. Yanlışlar düzeltilir problem yok, önemli olan mum olup ışık vermeye devam etmeniz. Sağlığınızın yerinde olduğu bir yazın yaşamı diliyorum.”

Sayın Hamaratgil’e tekrar tekrar teşekkür ederken, değerli müzisyen Ünol Büyükgönenç’in hoşgörüsüne sığınır, okurlarımızın uyarılarına her zaman açık olduğumu belirtir, saygılarımı sunarım.