Gerçekçiliğin Son Uçlarında - I

Yeni yüzyılın ilk çeyreğinden bakınca görüyoruz ki, 20. yy boyunca şiir, ülkelerin devrim dalgalarıyla zonkladığı süreçlere ivme katan bir çizgi izlemiştir. Nitekim edebiyatın bütünlüklü varlığıyla devrimci süreçteki gücünü Marx ve Engels’in yanı sıra Hegel ve Plehanov’un vurgularıyla duyumsadığı kadar çağının yapıtlarından da esinlenerek ortaya koyan Lenin, Tolstoy’u devrimin aynası, Gorki’yi devrimin güncel silahı görmekle kalmayıp Puşkin, Lermontov, Nekrasov, Mayakovski gibi şairlerin sanatsal çabalarının anlamı üstünde, kimi kez acele ve tıkız yorumlarla da olsa, titizlikle durup epeyi kafa yormuştur. Whitman; iç savaş öncesi ve sonrasında ABD’de siyasal eşitlik ve demokrasinin kazanımları için bütün şiirsel birikimini, Çimen Yaprakları’nı armağan etmişti. Küba’yı özgürlük ve bağımsızlık devrimine hazırlayan sürecin hem önder hem şair olarak odağında yer alan José Marti, kendisinden sonra gelen tüm şairleri, aydınları, önderleri etkilemiştir; Guillen, Paz gibi devrimci yükselişin saflarında yaşamı ivmeleyen şairlerle aynı kuşaktan Neruda, Lorca ve Alberti’yle birlikte bütün bir İspanyolcaya devrimci söylemi esinleyen şair olarak, evrensel bir sese ulaşmıştır.

AFRİKA DAHİL

Önder ve şairin paradaki yazı ve tura bütünlüğünü etkili biçimde yansıtan Marti örneğini 20. yy’da birçok Afrikalı şairde görebiliyoruz. Hughes de belirtiyor ki, türküler denizinden çağdaş özgürlüğe açılan Afrika şiirinde; Lumumba, Senghor, Neto kurtuluş önderliğiyle şairliğin aynı kişilikteörtüşüp tekleştiği örneklerdir. Dahası Çin Devrimi’nin önderi Mao, Vietnam Devrimi’nin önderi Ho Şi Min bu örneğin Uzakdoğu’daki güçlü temsilcileridir. Türk Devrimcilerinin öncü esin kaynağı ise, 1876’da Şinasi, 1908’de Tevfik Fikret,

1919 sonrasındaki süreçte Nâzım Hikmet’tir. Bütün bu kişiler siyasal ve toplumsal amaçlar peşinde koşarken şiiri yalnızca davalarının kaldıracı olarak düşünmemişler; onu düşünce, duyarlık, biçim ve söylem olarak köklü dönüşümlere uğratmışlardır.

GERÇEKÇİLİĞİN SON UÇLARINDA ŞİİR

Nâzım’la aynı kuşaktan Aragon, Brecht, Lorca, Eluard, Jozsef, Nezval ve Vaptsarov ile –hemen izlerinde– Ritsos şiiri hiçbir zaman devrim davasından ayrı düşünmemiş şairlerdir. Bu şairlerin hemen hepsi toplumun sancılarıyla bireysel acıları işlemeyi ıskalamak şöyle dursun, dil, düşünce ve sanat yönünden

Dadaizm ve gerçeküstücülükle de kesişmişlerdir.

Gerçekçiliğin en etkili ve evrensel kuramcısı Lukács’ın yaklaşım ilkelerinden belki de hiç esinlenmemişler, Brecht’i saymazsak, çatışmaya bile girmemişler, dahası Lukács’la hiç karşılaşmamışlardır. Ama hiçbiri, gerçekçiliğin son uçlarında Aragon’un gelenek ve yenilikte süreklilik ilkesine dayalı biçim ve dil arayışlarını sürdürmenin olası kötü sonuçlarından ve estetik bozgunlardan korkmamış, yapıtlarının toplumsal olaylara bulaşmasından, işlev yüklenmesinden, Garaudy’nin Perse’e gerçekçiliğin kıyısında yöneldiği keşiflerden hiç gocunmamışlardır.

ANTİFAŞİST DEVRİMLER VE ŞİİR

Bütün gerçekçi şairler ve gerçekçiliğin bütün kuramcıları kültür deyince tabancasını anımsayan, kültürü ve yaratıcı öznesini doğrudan maddi silahlarla, hem de gaz odalarında diri diri yok etme çabasındaki Nazileri ve faşizmi yenecek içeriği ve gerçekliği güçlü olarak yansıtma, en yeni anlatım tekniklerini ve yöntemleri deneyip uygulamada hep cesur davranmışlardır. Neden? İnsanlığın geleceği demek olan geçmişin hiçbir değerini bugünün aymazlığı yüzünden yitirmeye tahammülleri yoktu. Nitekim ülkemizde de Alman faşizminin uzantıları ve yönetim birimlerindeki ajanları 40 Kuşağı gerçekçilerine nice acıyı, işkenceyi reva gördüler ama onları tek kişinin yüreğinde bile yenemeyip kıta boyunca kendi yenilgilerini de gördüler. Zaferin büyüklüğüne Neruda’nın Nâzım’dan aktardığı Silivri acıları yeter...

DEVRİMCİ BARUTU İMGELERE SARMAK

Sanki şiir, faşizmin alçaklığına karşı saflardaki yerini almamış, insanlığa saldırısını göğüsleyip sergileyememiş gibi, Auschiwitz’den sonra şiir yazılamaz diyen Adorno’nun büyük trajediler karşısında yüreksizliğine aldırmaksızın, şair, 1950 sonrası tüm dünyayı cadı kazanı yaygarasıyla ABD’nin Soğuk Savaş oyunlarının kapladığı süreçte, teslim olmayı şuncacık geçirmedi aklından: kalemini bırakmadı. Amerikan mucizelerine sırt çevirerek sosyalist Küba’nın yanında yer alan Ginsberg ve Ferlinghetti’yi anımsayalım...

Ülkemizde İkinci Yeni olarak gerçekleşen atılımsa içerik ve biçim olarak insanın yenilenme gereksinimini karşılamaya yönelik ayrıca devrimci bir öz taşıyordu. Orhan Veli’nin Ahmet Haşim’e karşı savunduğu “anlam, yine anlam, yine anlam” ilkesi, 27 Mayıs Devrimi’nin arifesinde İkinci Yeni için de şiirin kullanım değeri olarak apaçık öne çıktı, devrimci süreci ivmeleme yetisini ve katkısını üstlendi. Cemal Süreya şiirin işlevselliğini, 555 K şiirinde düpedüz yansıttı. Ece Ayhan, Edip Cansever, İlhan Berk, Ülkü Tamer, Sezai Karakoç önceleri imgeye sarıp sarmaladıkları barutu bireyin iç diyalektiğindeki yeni deneyimler ve aydınlanmalarla devrimci sürece ilettiler.