Geri çekilme dehası

Habertürk’te Didem Arslan’ın yönettiği, tarihçi İlber Ortaylı ve 26. Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un katıldıkları, 30 Ağustos Zaferi’nin bütün boyutlarıyla konuşulduğu programı büyülenmişçesine izledim. Atatürk’ün yaşamına ve İstiklâl Savaşı’mıza dair birçok bilgiyi tazelerken, Başbuğ’un bir değerlendirmesi üstünde çok düşündüm: Başbuğ, “askerî dehanın asıl büyüklüğünün geri çekilme kararında ve uygulamasında” yattığını söyledi. Mustafa Kemal’in bütün yaşamına ve başarılarına damga vuran dehasının “geri çekilme becerisinde” doruklaşması, evrensel ölçüde anlamlı ve önemli bir paradoksu dışa vuruyor.

OLAYLARIN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

Günlük yaşamda hep unutuverdiğimiz bir gerçek var: Olayları duyusal verilerle aklın kesişimlerinin diyalektik örgüsünde çözümleyip değerlendirmedikçe hakikat işçisi olmayı başaramayız. Nitekim I. ve II. İnönü zaferlerinin hemen arkasından halkın derin işgal acılarıyla kıvrandığı bir süreçte Mustafa Kemal’in geri çekilme kararı Meclis’te ve basında korkaklık olarak nitelenmişti. Oysa 1911 - 1918 arasında Trablusgarp ve Balkan Savaşlarının ardı sıra Galiçya’dan Yemen’e, Çanakkale’den Erzurum’a I. Dünya Savaşı’nı yaşamış ve yüz binlerce şehit vermiş bir millet, sonu belirsiz yeni bir serüven peşinde savaşmak şöyle dursun, en ağır koşullarda yaşamaya ve yazgısına razı duygularla savaşsız günler özlemi içindeydi. Dahası İnönü yenilgilerinin ardından Anadolu’yu bir keşif yürüyüşüyle işgal edemeyeceğini görerek İngiliz danışmanlarının yönlendirmesiyle genel seferberlik kararı alan Yunanistan karşısında Mustafa Kemal, seferberliği tartışmaktan bile yoksun koşullarla kuşatılmış olduğunun bilincindedir.

DERSLERLE DOLU BİR ÖMÜR

Düşmana son darbeyi indirme hevesine kapılarak acele etmenin gerçekte yenilgiden başka sonuç vermeyeceğini, harbin çeşitli muharebelerden geçerek zafere ulaştırılacağını öngörüp düşmanı da rahatlatarak fütursuzca ilerlemeye özendirmek, onu ardındaki yedi düvelle birlikte yorucu bir ilerleyişe zorlayıp tepeleme planıyla Sakarya’nın doğusuna çekilmek, at üstünlüğüyle yetinmeyip satrancın 64 karesindeki sonsuz hamle gücünü ve inisiyatifi denetimi altında tutmak... Gerçekten mucizevi birikim ve yeti isteyen hesaplı ve bir o kadar da yürekli bu girişimlerin içinde saklı deha anlaşıldıkça, Mustafa Kemal’in sürekli atılımlarla geçen yaşamının her anında, her alanda ne değerli dersler gizlendiğini daha iyi anlıyoruz. Bilgikuramcıların eylemde ve kuramda böylesine bütünlükçü başarılar sergileyen bir ömrü değerlendirmekte sıkıntı çekmelerine de ışık tutan Başbuğ’un vurguları, “İnönü Savaşları zafer olsaydı ordu geri mi çekilirdi?” diyen çapsız tarihçilerin yüzlerine ağır fiskelerle inmiş olmalı...

TEORİ’DE YAPAY ZEKÂ

Aslında bugün, Teori’nin Eylül sayısındaki yapay zekâ ve ilerleme konusunu ele almak isteğindeydim. “Robotlara ceza geliyor” (Aydınlık, 11.06.18) günlü yazım üzerine Cemil Gözel’in benden de yazı istediği konu, yansımalara bakılırsa, yazı kurulunda çarpıcı tartışmalar getirdi ki, uzun süreceğe benziyor. Yazıya dair notlarımı Almanya’da biçimlendirmeye başladığım için yolculuk serüveni sırasında yeterince işleyemediğim noktalara bugün değinme niyetindeydim; şimdi bunu Teori’nin Ekim sayısında sürdürmenin daha yerinde olacağını düşünüyorum... Almanya’da, Kavanozdaki Yürek (Kaynak Y., 2014) kitabının yazarı Selçuk Ülger, beni Frankfurt’tan Wiesbaden’a, çeyrek yüzyılın dostları Sevgi ve Alp Hamuroğlu’na götürdü. Üvercinka’nın da yazarlarından, güçlü kalemiyle her yazısında ilginç tartışmalar başlatan Osman Çutsay’ı da aramıza alarak gerçekleştirdiğimiz buluşmada, Alp’in Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları (Bilim ve Gelecek Y., 2016) adlı ve oylumlu kitabı üstüne Osman’la yaptıkları söyleşiden yola çıkarak pek çok şeyi konuştuk. Çutsay’ın o günlerde OdaTV’de çıkan “Türk iflası AB’yi vurur” yazısındaki değerlendirmelerden tutun da, Üvercinka’nın kapaktan girdiği “AZİZ NESİN Aptal toplumda ödlek aydın” tartışmasına kadar birçok konuda birbirimizi gün boyu silkeledik...