Geriye dönüş hazırlıkları mı?-(TAMAMI)

Son günlerde Osmanlı hayranlığını bir adım daha ileri götüren entel liboşların, bir ümmetten bir ulus çıkaran ve onun adını Türk koyan Gazi Mustafa Kemal’i, Osmanlı’nın başlattığı ıslahat hareketlerinin bir devamı gibi göstererek küçük düşürmeye çalıştıklarına tanık olmaktayız. “Tarihi bilmemek düpedüz ya cehaletten ya ihanetten ileri gelir” derler. Doğrudur.

Batı dünyası, Fransa Kralı 1. François’nın Osmanlı Devleti’nden 2 milyon duka altın borç ile cephane, at ve savaş gemisi istediğini, Akdeniz adaları ve İtalya’nın açlıktan ölmemek için Türk buğdayına muhtaç olduğunu, Kraliçe Elizabeth’in Türklerin yün boyama tekniğini çalmak ve İngiltere’ye Türk işçileri kaçırmak için İstanbul’a ajanlar gönderdiğini unutmamıştır. Osmanlı, büyük bir imparatorluktu. Kral 8. Henry, Kanuni zamanında Türk hukuk sistemini incelemek üzere İstanbul’a heyet yolluyordu. Ama Osmanlı, kulluk yerine özgür kurumlaşmayı gerçekleştiremediği için ilerleyen Batı ülkeleri karşısında zayıfladı. Ve emperyalizm boyunduruğunu boynuna geçirdi.

Kapitalizmin vahşi saldırısı

Çöküş böyle başladı ve yeniçeriliğin kaldırılmasından hemen sonra Fransız ve Rus filoları Navarin’de Türk donanmasını yok etti (1827). Balkanlar’dan inen Rus ordusu, Edirne’yi aldı ve İstanbul’a doğru ilerledi (1829). Fransız ve İngilizleri arkasına alan Mısırlı Mehmet Ali Paşa, Kütahya’yı ele geçirdi ve İstanbul’u tehdit etmeyi sürdürdü. Saray zor durumdaydı. Sultan Mahmut, Osmanlı’ya karşı olduğu bilinen Rus ordusunu çağırmak zorunda kaldı. Rus savaş gemileri yardıma geldi ama niçin (1833)? Hünkar İskelesi Anlaşması’yla o muhteşem Osmanlı Devleti Rus himayesine girmiş oldu.Kapitalizm vahşice saldırıyordu. Osmanlı, Japonya gibi direnemedi ve 1838’de İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerston’un “Capo d’opera” (Şaheser) diye selamladığı anlaşma, Osmanlı’nın kapılarını, şimdiki Gümrük Birliği’ne nasıl açıldıysa öyle ardına kadar açtı. Nitekim Palmerston, “1849’da ticarette Osmanlı Devleti bütün öteki devletlerden çok serbest izinlerde bulunuyordu” diye bizi övmeye başlamıştı. Dahası, 1839 Tanzimat Fermanı’yla gelen ayrıcalıklar Palmerston’u haklı çıkardı. Tanzimat Fermanı; adalet, uygarlık ve ticaretteki vaatleriyle bugün AB’nin yaptığı gibi Avrupa’nın arkasından koşturmamızı sağlıyordu. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Lord Stratford Canning’nin “Türkiye Hatıraları” adlı kitabına bağlantılı olarak Times şöyle yazıyordu: “Canning’in yardımıyla kabul edilmiş yasaları uygulamayan paşalar tepetaklak olurlardı.”

Batı sermayesi girince

Osmanlı İmparatorluğu’nda yabancı sermaye olanca hızıyla ilerledi. Batı mallarını, Batı sermayesi izledi. Galata bankerleri devlete borç vermek için birbirleriyle yarışa girdi. Reşit Paşa’nın sadrazamlığı sırasında (1850) ilk istikraz akdi imzalandı. 1854’te borçlanma yolu, yani faiz karşılığı para alma usulünün kapısı açıldı. Yabancılar bugün olduğu gibi Osmanlı’ya övgüler düzmeye başladı. Abdülaziz göklere çıkarılıyor, “Türkiye zengindir ve kalkınma yolundadır” deniliyordu. Sermaye çevreleri de tehdit ve rüşvetle Türk devlet adamlarını borçlanmaya itti. 100 lira borçlanılıyor, bunun yüzde 50’si yabancılara faiz olarak geri dönüyordu. 1875 yılına kadar devam eden bu borçlanma çılgınlığı haddini aştı.

İşte bugünlerde övülen ve kutlamalarla anılan Duyun-u Umumiye’ye böyle girdik. Bu ekonomik politika Osmanlı’ya ne getirdi bilir misiniz? Savaş, istila, ordusunun yok edilmesi, kan ve gözyaşı. Atatürk işte böyle bir Osmanlı’dan, çökmüş bir imparatorluğun küllerinden koca bir ulus çıkardı. Fena mı yaptı?

Beyler, paşalar, siyaset adamları tarih okuyun tarih!

(Kaynak: Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni)