Gişe ile ödül peşinde koşan filmler

Yalnızca sinema salonları değişim-dönüşüme uğramıyor, giderek 35 mm’lik filmler ve onun uzantısı sinema makinistleri de tarihe karışmak üzere. Sinema önlerindeki karaborsacılar da çoktan yok olup gittiler. Kim derdi ki; nostaljinin peşine takılıp, özellikle hafta sonları cebimizdeki son kuruşuna dek alan karaborsacıları arayacağımızı... Sinema ortamında öylesine radikal değişim-dönüşümler oluyor ki, bunları izlemek bile zaman zaman pek mümkün olmuyor.

Ama esas değişim, filmlerin niteliklerinde kendini belli ediyor. Günümüzde -özellikle de Türk sinemasında- iki ana kulvar izleniyor. İlki popüler kültürün sinemadaki yansıması olan ana akım filmler. Sabun köpüğü tarzında, belleklerde tat bırakmadan, hemencecik izlenip tüketilen, izlendikten sonra da tortusu kalmayan eğlencelik bu filmler, ne denli niteliksiz ya da sinemasal olgulardan yoksun olurlarsa olsunlar, loş salonlarda her zaman kendilerine izleyen bulabiliyor. Ya da sinemayı yalnızca eğlencelik, hoşça zaman öldürme aracı görenlerle, fazla beyin jimnastiğine gerek görmeden izleme alışkanlığını elde edenler bu filmleri çok seviyor. Bu sevginin karşılığını da biletlere yansıyan cömertlikte görmek her zaman mümkün oluyor.

BOL ÖDÜLLÜAZ SEYİRCİLİ FİLMLER

Ama yanlış anlaşılmasın, ana akım filmlere karşı değiliz. Sinemanın ayakta kalması da bu filmler yüzünden oluyor. Örneğin, her yıl iki ya da üç filmin gişesi, elli filmden, hatta ondan 80 filmin toplamından fazla oluyor. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu tür filmlerin hazır bir seyircisi var. Hele hele ilki tutulup da ardından devamı gelen filmler, daha işin başında gişesini de garanti ediyor.

İkinci kulvarda ise, gişe açısından bunun tam karşısında olan, bol ödüllü ama az seyircili, yaygın tanımlamasıyla festivallik filmler geliyor. Birincileri ne denli gişe için yapılıyorsa, bu tür filmler de yalnızca festivallerde boy göstermek, kimi zaman eşin dostun katkısı, çoğu zaman da jürilere sokulan -bedel olarak da kendilerine senaryolar yazdırılan- kişiler tarafından desteklenerek ödüller peşinde koşmayı hedefliyor. Minimalist tarzda, dar kadrolu, küçük bütçeli, çoğu bakanlık destekli bu filmlerin kimi zaman kazandığı ödül miktarı, yapım miktarının iki katı oluyor. Ödülü bol, seyircisi kıt olan bu festivallik filmler, her yıl yapılan filmlerin neredeyse yüzde 90’nını oluşturuyor. Bir filme bir koyup iki almak, üstelik ödülle de saygınlık kazanmak, bu türün ülkemizde gereğinden fazla yükselip değer kazanmasına da zemin hazırlıyor.

ARA FİLMLER YOK OLMAK ÜZERE

Elbette ki ana akım filmler gibi bu tür filmler de yapılacak. Bu sinemanın değişmez gerçeğidir. Ama sinemanın bir değişmez gerçeği daha vardır. O da; ara filmler, gerçek sinemaseverlere seslenen, kimi zaman aralarından baş yapıtlar çıkan, her iki kulvarın da dışında kalıp, hem seyirciyi hem de ödülü toplayan ve izlendikten sonra tüketilmeyip belleklerde yer edinen filmler. İşte bu kulvardaki filmler neredeyse yok olmak üzere. Sinemamızda bu kulvarda yapıtlar veren neredeyse bir elin parmak sayısı kadar yönetmen var. Ama ne var ki tümü aynı sezonda karşımıza çıkmıyor, oldukça aralıklı zamanlarda kendilerini belli ediyorlar.

Bir ülkenin sinemadaki yeri ya da başarı grafiğinin ölçütleri, bu filmlerin çoğalmasına bağlıdır. Ödüllü ama gişesiz filmlerle, ödülsüz ama bol gişeli filmler arasında bu tür filmlerin kendini belli etmesi, yalnızca ödül ya da gişeyle orantılı değil, onun da ötesinde, gerçek sinemaseverin oluşması- oluşturulmasıyla da ilgilidir.

Dileriz ki sinemamız, baharlık festivallerin, ehven-i şer kabilinden ikişer üçer mavi boncuk gibi dağıtılan altın sarısı ödül özleminden kurtulup ara sıra kış uykularına da yatsın.