Goethe Dersleri
Ambar boşaldığında elindeki son çekirdeklerden başka birikimin kalmamışsa, yeniden zahmetli bir sürece girip hasat için kan ter içinde geceli gündüzlü çalışmaktan gerisi yalan... Soğuk Savaş’tan bugüne emperyalizmin gösterişli postmodern tüketim kültürünün bizi fantastik hurafelere ve safsataya boğarak bozunuma uğratmasına karşı tutamağımız yine insanın özünü saklayan tohumda:
Doğu’yla Batı’nın arakesitinde, bilim, felsefe ve sanat bileşkesinin alüvyonlarında serpilip boy atan Goethe (1749 - 1832)... Yapıtlarında kim bilir kaç ton mum harcayıp ölümünden hemen birkaç sat önce, “Işık... biraz daha ışık!” tutkusuyla geldiği vargı şu: Duyumlar ve kuramlar, yalnızca hayatta, eylemde, sanatta bir araya gelir ve düşünceyi bulur. Dünyada en etkili güç; akıllı bir buluşa dayalı sağlam bir karardır.
FELSEFEDE ALMAN TOHUMU
İnsan düşüncesinin şımarık dehası Nietzsche, “saygı duyduğum son Alman” diyordu Goethe için. Goethe’ninse Almanlar üstüne söylediği onca alaycı, küçümseyici söz, dahası aşağılama, bir tek övgüyle silinip gitmiştir: “İnsan, yüce bir nitelik kazanmış Alman’dır.” Alman emperyalizminin Hitler’de üstün ırka varışının şeytan tohumu bu söz işte!
Engels ne dese iyi: “Goethe, kimi zaman dev, kimi zaman cücedir; kimi zaman dünyayı hor gören alaycı bir dahi, kimi zaman ihtiyatlı, dirençsiz, sığ bir darkafalıdır.”
Devrim öncesinin sürekli toplumsal çalkantılar içindeki Almanya’sında, Kant ve Hegel’de felsefe, Goethe’de sanat evrensel ufuklarına dayanırken, politika da eleştiri ve eylem yeteneğinin doruklarına özgürce tırmanıyor, sorunlar en ağır ve saldırgan söylemlerle tartışılıyordu. Goethe, “basın özgürlüğünün yokluğu” yakınmaları karşısında şöyle yazar: “Çağımız Almanları; düşünce ve basın özgürlüğünü, birbirlerini açıkça hor görme mücadelesinden başka bir şey saymıyorlar.”
SALDIRGANLIK VE DUYUMSAL BAĞLAR
Türk düşüncesindeki tavır ve söylemde saldırganlığın nedenlerini, boyutlarını öyle düşünürken Coşkun Özdemir’in telefonuyla sıçradım: “Eleştirilerini çok ağır buluyorum. Biz devrimciler niye birbirimize hep en sert sözlerle saldırıyoruz?”
Kendi kendime tam da şu noktaya gelmiştim: İçeriği yorumlamaktan korkuyoruz. Anlamayı ârife bırakıyoruz. Çünkü yakınlaşma ve uzaklıklarımız, akıl ve düşün ölçütlerine dayanmıyor, güvenceyi duyumsal bağlarla bir arada bulunmakta umuyoruz. En küçük beklentimiz karşılanmayınca da birdenbire aldatılmışlık duygusuyla irtifa kaybedip her yükseltiye çarpıyoruz.
Hocanın sözlerini doğru anlamak için yeniden Goethe’ye dönüyorum. Almanlarda, politikanın yanı sıra, “edebiyatta birbirine karşı davranışların” iki yüz yıl önceki biçim ve nedenlerini arıyorum, önüme şu sözleri çıkıyor: “Yabancı baskısından kendini kurtulmuş hissedince hemen parçalanmak bu milletin tarzı.”
ELEŞTİRİDEN GÜÇ ALMAK
İster Sierra Maestra’da olsun, ister Andlar’da ya da ekonomi bakanı koltuğunda, Che Guevara’nın sırt çantasından eksik etmediği tek yazar Goethe’dir ki, yine bir yerde şöyle diyor: “Duyular aldatmaz, aldatan hükümdür.”
Demek duyuların sağladığı her türlü veride yanılsatıcı gizemin buğusunu eleştiriyle silip kılı kırk yarmak, dış etkilerden kaçmamak gerekiyor. Bizi güçlü kılan, dostların övgülerinden çok, karşıtın eleştirisinde payımıza düşendir.
“Sevgili Almanlar”ının düşünce ve eleştiri karşısındaki tutumları içinse şöyle diyor Goethe: “Önce susarlar, sonra kusur bulurlar, sonra bir yana iterler, sonra çalar ve gizlerler.”
Bu arada tam söz bittiğinde bana bir başka sitem geliyor: Bari çekirdeği Mevlâna’dan alsaydın! Kabuğu sevgidendir.
Tohumu bizden alacaksam, Dağlarca ne güne duruyor, diyorum ben de: İnsan tükenmez!