Goethe Üzerine Notlar...

-Özgün ruh, adanmışlık, keskin zekâ: Goethe. Karmaşada kanat çırpan kelebek. Evrenin peşinde akıp giden derviş. Sürekli arayışın büyük hafızı. Doğuyla yani asıl kaynakla en çok ilgilenen Batılı; mesela Hafız-ı Şirâzî ile... İran’da bugün sokaktan birini seç sor, Şirâzî’nin birkaç beytini ezbere bilir derler. Ebussuud Efendi’ye bile, sırf Şirâzî divanını, içinde şarap var diye şikâyet edenlerin elinde yakılmaktan kurtardığından, içinde “Alman teşekkür ediyor” dizesi geçen bir şiir yazıp şaire hayranlığını “karşısında ben de verimli olmalıydım, yoksa bu güçlü kişinin önünde duramayacaktım” diyerek ifade etmiştir.
-Ölürken son dileği “biraz daha ışık” olan (licht, mehr licht!) dâhi. Ölen biri ışık dilerken ne istemiş olabilir? Başlayacak sonsuz karanlığa son bir ışık mı? Işık - bilgi benzerliği kurup karanlığa gömülenler için bilgiye duyulan ihtiyaç mı? Ya da ölürken göreceğimiz söylenen ışığın artarak vedayı hızlandırması? Şu yorum da var: Sanıldığının aksine, felsefi anlam taşımaz bu ışık isteği. Üstat, yattığı oda fazla karanlık olduğu için hizmetçisinden perdeyi açmasını ister, o kadar. Hatta Thomas Bernhard, Ses Taklitçisi’nde, üstadın mehr licht değil, mehr “n”icht dediğini söyleyen birinden söz eder. Nicht, yeter demek. Goethe, biraz ışık değil, artık yeter demiştir. Sebebi ne olursa olsun, bu söz dizimi Lizst’e esin kaynağı olur. Büyük besteci bu adı taşıyan bir beste yapar.
-“Okumayanlar, onun ne kadar çabaya, ne kadar zamana mal olduğunu bilemez, ben okumayı öğrenmek için seksen yılımı verdim, yine de öğrendim diyemem,” buyurmuş üstat. Okuma işinde onunla boy ölçüşmek güçtür. Salâh Birsel, Goethe’nin, kitapları dışından değil içinden okuduğunu, sayfalar arasında gidip gelerek ruh köprüleri kurduğunu anlatır. Üstat bir gün Calderon’un bir kitabını okurken bir yerde öyle duygulanmış ki okumayı kesip kitabı şiddetle masaya fırlatmıştır. Bugün okuduğun böyle bir kitap var mı! Ya da bir kitabı bu çağda böyle okumuşluğun? Okumayı öğrenmek başlı başına iştir.
-Vedat Nedim Tör, Ülkü’nün 51’inci sayısında (Mayıs 1937), büyük sanatçılarda üç yetenek saptar: Sevmek, görmek ve yaşamak. Şöyle der: “Mesela Goethe, bu üç unsuru en had şekliyle kendisinde cem etmiş olan tiplerin başında gelir. Netekim sanatkâr Goethe’nin aşk hayatını, aşk mu?nhanisini tetkik edersek aşağı yukarı periyodik denecek kadar muntazam bir çıkış ve iniş seyri kaydettiğini görürüz. Bir periyoda tekabu?l eden kadınla eser arasında âdeta kimyevî bir affinité, derunî bir akrabalık müşahede olunur. Goethe aynı zamanda çok dolaşmış, çok gezmiş ve çok çeşitli muhitlerle temas etmiş yani çok şeyler yaşamış bir insandır. Velûdiyet vasfına gelince Goethe’nin, başlı başına bir kütüphane yarattığı malumdur. Liszt, Lord Byron, Vinci, Balzac, Shakespeare, Hugo, Beethoven, Wagner gibilerinin yani kısaca insaniyetin sanat tarihinde birer merhale olan büyük sanatkârların hayatlarını tetkik edersek hepsinde hemen aynı vasıfları görürüz.” Çok yaşanacak, çok okunacak, çok sevilecek. Hayat kavranacak yani. Bir dönem İbranice öğrenmiş, ardından hukuk; sonra jeoloji, botanik, biyoloji. İnsanda iki çene kemiği arasında bir kemiğin varlığını kanıtlamış, morfoloji sözcüğünü bulmuş, renklere dair kuram geliştirmiştir, bu kuramı anlattığı Zur Farbenlehre adlı 1810 tarihli kitabında “bazı kendini bilmezler” şeklindeki ifadelerle Newton’u eleştirmiştir. Üstadın parolası şudur: “Bir şey ki bana ders vermekle kalır; işgücümü, hayatımı ne arttırır ne coşturur, tiksinirim ondan.” Tam bu!
-Bir gözü miyop, diğeri hipermetrop ya da kimilerince normal olan Goethe’nin uyguladığı bir monovizyon yöntemi var. Uzağa bir gözle, yakına diğeriyle bakmak. Böylece beynin sorundan fazla etkilenmediğini söyleyen bilimciler sonradan bu rahatsızlığa Goethe Bakışı anlamında Goethe Blick adını vermiş. Hep bakmalı, her açıdan, çok bakmalı...
-1823. Yetmiş dört yaşındadır, on dokuz yaşında bir kıza, Ulrike von Levetzow’a âşıktır. Onun peşinden Marienbad’dan Karlsbad’a dek gidip hayal kırıklığıyla Weimar’a döner. Bu acıyla yazdığı Marienbad Ağıdı en kişisel yapıtıdır. Zweig’in İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar adlı kitabına bakıver bu aşk için. Yüce eseri Faust’a on sekizinde başlayıp seksen üçünde bitirdiğini, altmış beş yıl çalıştığını belirtmeli; altı ayda roman yazabilen üstün kişilere duyurulur; bambaşka bir yazı konusu Faust. Yayımlandıktan sonra Alman toplumuna intihar dalgaları yayan Genç Werther’in Acıları da başka yazının konusu... Marakeş’te Sesler’de, Cannetti, üstat için şöyle der: “Goethe’de çokluk insanı sıkan şey, hiçbir zaman eksik bir tarafa rastlanmayışıdır.”
-Mahomet’s Gesang (Muhammed’in Nağmesi) diye şiiri var. Göttinger Musealmanac dergisinde, 1774’te yayımlanmış. İslam peygamberine şiir yazmış; Dante ise bu ulu kişiyi cehennemde göstermişti; Voltaire’in de Muhammed diye eseri var, ona da bakıver. Ayrıca Arapça ve Farsça öğrenmiş, el yazısıyla Nas suresini yazmıştır. Yirmilerinde İslam dünyasına merak salıp Kur’an karşısında büyülenmiş, hatta 1772 yılında Rahip Friedrich Megerlin’in Arapçadan Almancaya çevirip İslâm aleyhtarı önsözle takdim ettiği Kur’an hakkında Frankfurter Gelehrten Anzeige’de eleştiri yazmıştır. Ayrıca Tolstoy’un İncil’e yaptığı gibi, o da bir Kur’an özeti yazmıştır: Koran Auszüge. Bizde büyük ustayı sağcılar kendi çaplarında, solcular kendi çaplarında andığından onun hayat karşısındaki kavrayışına erişemezler. Memlekette hâlâ, solcuların Itri, Mevlana; sağcıların Bach, Proust sevemeyeceğini savunan aydınlar var!