Gönlümdeki zaman burculanmış neyleyim
O “iyi okur”a, hatırlattıklarına...Yazmasam, deli derdiniz! Gülsem gönlüm razı olmazdı buna. Çaresiz çıkıp gittim kentten. Bir yeşil vadiye düştüm, nehrin kenarına. Canımdan bezdim diyemem, ama canımdaki öfkeyi dindirmekti niyetim.Zeki, karşımdaydı. Bin badireden geçmişti bakışları. Çektiği bir fotoğrafı gösteriyordu bana; kızılgerdan yumurtasını gördünüz mü hiç? Ben ilk kez gördüm Zeki’nin gözlerindeki gülümseyişle baktık ona, bir süre.“Şurada, benim marangozhanenin tam kapı girişindeki tavandaydı yuvaları, başımı kaldırınca gördüm. Dilim tutuldu adeta bu üç turkuaz renkli yumurtayla, titreyen bir can...”İnsan ömrünün başlama noktasına döndük, onu özenle var ettikten sonra küçük dokunuşlarla zamanın her ânına taşıma yolculuğumuzdan bir de.Kayra, ötede sözcük oyunlarındaydı... Ama öncesinde, çantasından çıkardığı oyuncaklara verdiği adları sıralayıp annesinin çocukluğundan taşıdığı bebek giysilerini yeni oyuncaklarına yakıştırmaya çalışıyordu.Çektiği sözcük kartlarının tanımına başlamıştık.Kendi çocukluğumun “nesi var” oyununu hatırlamıştım birden. Çocukluğunuzu yaşarsanız eğer, geleceği kurma düşleriniz çoğalır; cümlesi geçmişti içimden Kayra’yı gözlerken.Ah, doğa, ne de öğretici kuşatıcısın.“Dokunmak dönüştürmektir” sözünü belleğimde taşıyıcı kılmışımdır her zaman. İnsan insana dokununca, doğa bize dokununca başkalaşmıyor muyuz?Peki bundan yoksun olanların hırsı, hıncı gene insan hayatını karartmıyor mu?Belki de öylesi bir çocukluğu olmayanların elinde dünya kötülüklere bürünüyor!Gelip kendimi sessizliğine bıraktığım Ağva’nın doğasında, nehrin kıyısında yeşilin bin bir tonunun gözlerimi yıkadığı zamanda; ötemizdeki dünyanın kötülüklerle hercümerç olduğunu unutmuyordum elbette. Bunlardan kopmak, uzaklaşmak, ilgilenmemek olamazdı da. Ama insanlığın yaşadığı bu yıkım vicdan duygunuzu öylesine yaralıyordu ki; öfke duymadan yaşamanın mümkün olamadığını görüyordunuz.Kurulan kirli oyunlar, küresel savaşın kirli yüzü Ortadoğu’yu ateş çemberine dönüştürürken; siz, ölümlerin ve savaşın, yıkımın ne kadar uzağında kalabilirdiniz? Gözleriniz ne kadar size ihanet edebilirdi? Ya duygularınız, vicdanınız?Siz sizseniz eğer; gittiğiniz her yerdeydiniz, uykularınızda ve düşlerinizde de değişmeyendiniz. Ama eğer yalanlarınızla yaşıyorduysanız, takındığınız maskelerin ardına sığınarak oynanan oyunun bir parçasına dönüşmenizi hiç de gizleyemezdiniz eminim.Gördüm ki; insan kendini bir ân bir yere taşıyabilir, ruhunun arınmasına yol açabilir. Gelin görün ki, hep döndüğünüz bir yer vardır, baktığınız bir yüz, işittiğiniz bir ses...Kendinizi ne kadar aynasızlaştırırsanız aynasızlaştırın; her görüntü, her ses, her olgu vicdanınızın, kamaşan duygularınızın nereye gizlendiğini hatırlatacaktır size.Bazen, bir bakış bile yetmeyecektir içinizi karartan düşüncelerin ezincini anlatmaya.Biliyorum ki; kendinden kaçış için değil, bu yetinmeyen duyguların kötülük karartmalarına kapılmaması, bunları koruyarak yeni bir sese kavuşmak için geldim buraya.Kayra ile sözcük oyunlarımızda bilmediğim sözcüklerin çıkmasına sevindim. Onun gülüşlerine bakınca çocukların ne denli öğretici olabileceklerini düşündüm.Nasıl ki gecesiz gün yok, gülüşsüz çocuk olur mu? Peki onların ömrünü uzatmak, gelecek düşleriyle onları büyütmek varken; bunca kötülüğü dünyanın derdi olarak çoğaltmanın ne anlamı var?