Göreme’nin göbeğinde gördüklerimize bir mersiye
2500 sene fark ile, ama yan yana oturmaktayız. Herakleitos bizim Efes yakınlarındaki Menderes nehrinin kıyısında, biz de Göreme’nin tam ortasındaki bir parkta. O da, biz de “değişim” denilen şeyin ne olduğunu, neden önlenemeyeceğini anlamaya çalışmaktayız. O’nun, Kafka diye bir yazarın ünlü “Metamorfosis”, yani başkalaşma romanından haberi yok elbette ki. Ama biz, olan biteni Kafka’nın hamamböceği tasvirine benzetmekteyiz.
Herakleitos “aynı nehirde iki kere yıkanamazsın” deyip işin içinden çıkmış gibi görünüyor. Biz ise hala Göreme’nin orta yerindeki parkın da orta yerindeki tahta kanepe üzerinde, Türkiye denilen memleketimizin değişimini anlamaya çalışmakla meşgulüz. Herakleitos’un işi daha mı kolaydı acaba diye de düşünmeden edemiyoruz bu arada.
Turist kitaplarının “vahşi batı” diye adlandırdıkları bir yer idi Göreme. Kapadokya’nın ortasındaki bu uykulu kasabaya kırk sene önce gelmeye başlamıştık. Tozlu yolları, tamamiyle mahalli olan çalışanları ve gariban görünümlü hostelleri ile gerçekten de Arizona’nın vahşi Batı kasabalarını andırırdı o günlerde. Sanki köşedeki yıkıntıların içinden, Clint Eastwood’vari bir kovboy çıkıp gelivercekmiş gibi bir havası vardı buraların. Arada sırada gördüğümüz turistler de, vahşi batı sahnelerini andırırcasına hippi kıyafetli, cebinde fazla da parası olmayan kişilerdi. Etraftaki vadilerde, ya da kiliselerde gezerken sadece siz olurdunuz, öyle sürüler halinde insanlarla yarışmak zorunda kalmazdınız. Yani bir mütevazılık, basitlik ve ondan gelen ağırbaşlılık vardı havada.
ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN!
O ilk günden bu yana Göreme’ye kırk kereden fazla geldik gittik. Bazen her sene üç dört defa olmak üzere. Dışarıdan birisi olduğumuz için, kasabanın değişimini, sanki bir film makinası ile kaydeder gibi kaydetti galiba gözlerimiz.
İlk önce, tarladan ve bahçeden dönen yaşlı teyzeler ve amcalar eşekleri ile birlikte gözden kayboldular. Sonra, mağaradan evlerinin kapısı önünde çorap orup sohbet eden ablalar ve teyzeler azalıp yok oldular. Bunların evleri yavaştan oteller ve lokantalara dönüşürken, hepsi de aynı eşyaları satan hediyelik eşya dükkanları, merkezi kaplayıverdi.
O tozlu yolların yokuşlarındaki mağara evler, taş örücülerin maharetli elleri altında taştan konaklara dönüşmeye başladı. O kadar çok bu tür oteller ortaya çıktı ki, otel adları konusunda şaşırtıcı bir yarış başladı bile denilebilir. Genellikle isimlerin sonuna “cave” yani mağara sıfatı da eklenmek zorundaydı sanki. Mağara olsun olmasın, hepsi “cave” idiler artık. Öyle ya, Avrupalı turistler, moderniteden kaçıp macera aramıyorlar mıydı zaten? Bizim gariban “vahşi batı” köyü Göreme, kırk sene sonra, işte ortasındaki parkın da ortasından gördüğümüz Las Vegas haline dönüşmüş oldu.
ÖNCE EŞEKLER KAYBOLDULAR!
Turizm saldırısının ilk kurbanları, inişli çıkışlı o sokakları büyük bir sabır ve ağırbaşlılıkla arşınlayan eşekler ve cılız atlar oldu. Onların yerine yavaşça boyları büyüyen ve renkleri artan kocaman otobüsler ve minibüsler, artık tozlu bile olmayan yolları doldurdu. Her birinin içinde kırk-elli yabancı turist olan, tur şirketlerinin para makinası tur otobüsleri her köşeden adeta fışkırmaya başladı. Türkiye’nin insanları, önceleri bu mağaralar, mağaradaki kiliseler ve garip görünümlü manzaraya pek pas vermedi, yani Kapadokya ve Göreme’ye fazlaca gelmedi. Ama ne zaman ki yabancı turistler akın etmeye başladılar, bizimkiler de elmas madeni bulmuş gibi bu taraflara hücum ettiler. Yani “Vahşi Batı”daki “Altına Hücum” böylece başladı ve hala tüm hızı ile sürmekte. Bir bakıma, Göreme de Bodrum’un bozkırdaki kopyası olma yolunda oldukça mesafe almış durumda yani. Bunun içine hiç tükenmeyen araç trafiği, gece geç saatlere kadar kulakları sağır eden müzikler, fahiş yemek faturaları, milli sorunumuz haline gelen taksici esnafının kaprisleri, hemen tüm işletmelerdeki Afganlı göçmenler ve tüm diğer Bodrum hastalıkları dahil elbette.
LAS VEGAS NEVADA ÇÖLÜNDE DEĞİL MİYDİ Kİ?
“E, bunda ne var, iyi değil mi dolarların memlekete akması” diye soranlar olacaktır. Haklılar. Ama eğer bize yalan söylemiyorlar ise, buradaki yerli insanlar bile, bu “metaformosis”in, yani bu büyük ve hızlı değişimin ateşinde yanmış görünmekteler. Sözde medeniyetin geldiği her yerde, insaniyetin neden hızla ve toptan kaybolduğunu tartışıyoruz bugünlerde, çay ve kahve sohbetlerimizde. Zaten üç beş tane ancak olan Göreme sokakları, Las Vegas’taki kumarhaneler ve strip kulüplerinin neon ışıklarına meydan okuyan ışıklandırmalar ile pasparlak. Her vadiden, her sabahın köründe homurtularla yükselen yüzlerce balon, her yamaçtan toz toprak içinde sonsuz bir gürültü ile akan ATV’ler, taşıt trafiğinden yürüyemediğiniz sokaklar… Birileri büyük paralar kazansın diye, tüm bir kasaba sanki ilahlara kurban edilmiş gibi. Anadolu’nun matematik olarak da, tam göbeğinde yer alan bir yerde, böylesine hazmedilemeyecek şiddette olan değişim, elbette bölgenin kültürüne de insanına da yansıyacaktı ve yansıdı da.
TURİZMDE DE KOPYALA YAPIŞTIR KÜRESELCİLİĞİ
Dünyanın her tarafında uygulanan, bu sınırsız para-merkezli turizm üniforması, mahalli kültürlere, inançlara ve adetlere uysun uymasın, sonsuz para aşkının evrenselliği avantajına dayanarak, gittiği her yerin insanını kendisine benzetme yeteneğine sahip. Yani mağaradan ilk çıktığımızda, nasıl hayran olduğumuz güneşe binlerce yıl tapınmışsak, para da böyle bir tanrısal rol üstlenmişe benziyor hemen her yerde. İspanya’nın Costa del Sol sahilinden bizim Bodrum’a, Kaliforniya’nın Carmel’inden bizim Göreme’ye aynı hastalık ve aynı materyalist planlamalar. İnsan, neden olup da mahalli dokuya çok daha saygılı ve para aşkı bile olsa, daha uzun döneme yayılan bir aşk ile bu turizm işlerinin yapılmadığına hayret ediyor. Bundan dolayı da, hemen her turizm beldesi aynılaşıp, birbirinin tekrarı haline geliyor ve kimsecikler bundan haberdar ve rahatsız bile değil. Herkes günü kurtarma telaşı içinde, “bugünkü para, yarınkinden çok daha iyidir” kafası ile, daha fazla para uğruna, yarınını satmakla meşgul. Galiba, “yarına Allah kerim” deyip durmaktalar. Ama düşünmüyorlar ki, Allah’ın sorumlu olduğu sekiz milyarlık bir nüfus var dünyada ve size aklı ve fikri boşuna bahşetmemiş bu evren. Kendinizi Allah’ın sevgili ve torpilli kulu gibi farzedip, planlarınızı yarınınıza göre yapmazsanız, o yarın geldiğinde dizlerinizi dövmek zorunda kalabilirsiniz. Bir tek örnek ile hatırlatalım ki, beş altı sene önce, Rus uçağı Suriye’de düşürüldüğünde, sadece Kapadokya değil tüm memleketimiz iki senelik turizm krizinin ortasında ezilip kalmıştı. O zaman, yapmaya çalıştığınız “değişimin” sadece bugüne değil, yarına da uygun olması ve siz bu dünyadan göçtükten sonra bile, memleketin bekâsına hizmet etmesi gerektiğini hiç akıldan çıkarmamak gerek. Kafka’nın hamamböceğini hiç unutmayalım bence!