Güçlü bir kadının yaşamından

Hafize eşi Süleymanı kaybettiğinde genç bir kadındı. Dört çocuğuyla dul kalmıştı. İki kızı ve iki oğlu vardı. Çok çalışkan bir kadındı. Zaten eşinin uzun süredir hasta olması nedeniyle hem ev işlerini hem de tarla işlerini yapıyordu. Eşi ikinci dünya savaşının başlangıcında tekrar askere alınmış fakat nöbetçiyken yaralanmış ve köyüne dönmüştü. Askerde aldığı yara hem çalışmasını engellemiş hem de genç yaşta ölümüne neden olmuştu. Ama Hafize her türlü zorluğu yenecek güçteydi. Çok çalışkan ve becerikliydi. Buğday ektikleri tarlaları vardı. Zeytinlik ve üzüm bağı vardı.
Köyde oturdukları ev 15 -20 dönümlük bir bahçe içindeydi. Bahçeye iki kanatlı koca bir tahta kapıdan giriliyordu. Bahçe çepeçevre yüksek kerpiç duvarlarla çevriliydi. Ev dört odalı kerpiç bir evdi. Bahçede duttan hurmaya her türlü meyve ağacı vardı. Hurma ağacının altında, serinlik içindeki bir su kuyusu su ihtiyaçlarını karşılıyordu. Kuyunun 20-25 adım ilerisinde fırın vardı. Her hafta Cuma günleri bir haftalık ekmek pişirilirdi bu fırında. Kendi buğdaylarından çektirdikleri unla yapardı ekmeği Hafize. Ekmekler tahta bir tekneye konur, üzeri bir bezle örtülürdü. Bir hafta boyunca tazeliğini korurdu.
Evin biraz ilerisinde ahır vardı, on tane manda besliyorlardı. Manda tereyağı, kaymağı ve yoğurdu çok güzel olurdu. Her sabah erkenden çocuklar ahır ve bahçe kapısını açarlar, mandalar köy çarşısının yanındaki sığır meydanına kendi kendine giderlerdi. Köyün diğer büyükbaş hayvanları burada toplandıktan sonra köyün çobanı onları gölün bitişiğindeki meraya götürürdü. Akşam çoban tarafından tekrar sığır meydanına getirilen sığırlar buradan kendi başlarına evlere giderlerdi. Hafize’nin çocuklarına sadece bahçe ve ahırın kapısını açmak kalırdı.
Hafize köy meydanında diğer köylü kadınlarla birlikte bulgurdan nişastaya, salça ve turşudan tarhanaya, pekmezden pestil ve bulamaca, reçelden meyve kurusuna kadar bütün ihtiyaçlarını kendisi hazırlardı. Dul kaldıktan sonra her hafta kasabanın pazarına gider kendi ürettiği tereyağını, kaymağı, ekşimik ve peyniri satardı. Kilo da almıştı zaten kısa olan boyuyla çok sevimli bir kadın olmuştu. Çok neşeliydi güldüğü zaman göbeği oynardı. Bunu bilenler onu bol bol güldürürlerdi.
Bahçede tavukları vardı ve her sabah çocuklarına tarhana çorbası ile birlikte taze yumurta yedirirdi. Çok severdi yemek pişirmeyi, misafir ağırlamayı. Çok da lezzetli yapardı yemeklerini. Ekmek pişirirken, küçük hamur parçalarının içerisine yumurta koyar ve öyle fırına atardı. Tadına doyum olmazdı bu yumurtalı ekmeklerin.
Hem kendinin hem de eşinin ailesi 93 harbinde(1877-1978 Osmanlı- Rus Harbi) Bulgaristan’ın Yeni Zağra şehrinden bu köye göç etmişlerdi. Eşinin ailesiyle uzaktan akrabaydılar.
Çocuklar büyüdü, evlendiler ve problemler başladı Hafize için. Neşesi kalmamıştı. İki oğlu mal yüzünden kavga ediyorlar ve Hafizeyi de çok üzüyorlardı. Baktı olmayacak malları iki oğlu arasında paylaştırdı. O güzelim bahçeyi de ikiye böldü yarısını bir oğluna diğer yarısını diğer oğluna verdi. Fakat huzursuzluk sona ermemişti. Yaşı altmışa gelmişti. Çok dinçti ve genç hissediyordu kendini.
Bir gece valizini aldı ve kendisiyle evlenmek isteyen dul bir adama kaçtı. Adam uzak bir köyde yaşıyordu. Varlıklı biriydi. Eşi öldükten sonra köyde yalnız kalmış, ilçede deniz kenarında çok büyük bir evi (konak) olmasına rağmen köyünden ayrılmak istememişti. Hafize kendisinden on yaş kadar büyük olan bu adamla evlendi. Hafize için huzur dolu bir yaşam başlamıştı. Bu sefer de çocukları kendisine küstüler, annemiz niye evlendi, diye. Ama her şeye rağmen Hafize mutluydu, tekrar mutluluğu yakalamıştı.
20 yıllık mutlu birliktelikten sonra eşini kaybetti hafize. Bu arada yine eşinin çocuklarıyla miras konusu gündeme gelmişti. Deniz kenarındaki evi müteahhide kat karşılığında verdiler yapılan anlaşmada on daire kendisine düşüyordu. Evler bitinceye kadar şehirde bulunan büyük kızının yakınında bir eve taşındı. Epey kilo almıştı. Üstelik şekeri ve tansiyonu vardı. Ama buna rağmen tatlıyı çok severdi ve yerdi de.
Sabah büyük kızı annesini ziyarete geldi her sabah yaptığı gibi. Kapıyı çaldı açılmıyordu. Paspasın altından yedek anahtarı aldı kapıyı açtı ve yatak odasına girdi. Annesi ölmüştü ama yüzünde gülümsemesi duruyordu. Bembeyaz ve lekesiz güzel yüzüyle adeta canlı gibi ydi. Yatağın yanında bir şey dikkatini çekti. Dikkatle bakınca bunun bir tabak içerisindeki irmik helvası olduğunu gördü. Hafize yine dayanamamış, yatmadan önce irmik helvası yapmış ve yemişti.
Bir köyde başlayan yaşamı çok farklı bir köyde ve ilçede devam etmiş ve tek başına yaşadığı bilmediği bir şehirde son bulmuştu. Ama Hafize kendi bildiği gibi yaşamış, kendi hikayesini kendisi yazmış başka birinin/birilerinin karışmasına müsaade etmemişti.