Güdülen yönetimin dürtüsel ekonomik kararları
Sizi bilmem ama ben bu yeni Orta Vadeli Program (OVP) açıklandığında bir hayli şaşırdım doğrusu. Sanki ekonominin önümüzdeki üç yılına ilişkin yapılan plan program değil de, hesapsız harcamaların doğurduğu 62 miyar TL'lik bütçe açığını kapatmak için, zaten ağır dolaylı vergiler altında ezilen vatandaşa ilave fatura bildirimi yapılıyordu.
Ancak burada bir gariplik olduğu en başından belliydi. OVP'yi Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek açıkladı. Maliye Bakanı Naci Ağbal vergi artışlarıyla ilk golü attı. Şimşek özel bir televizyonda katıldığı sabah programında Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) artışı hakkında yanlış bilgi verip, daha sonra düzeltince Ağbal'ın, ekonominin kaptanı konumundaki Şimşek'i tam bilgilendirmediği veya bilgilendiremediği ortaya çıktı.
HAVADA KALIYOR
OVP uyarınca ekonomi yönetimi karar almış ama ekonomi kaptanının hem de halkın yakından takip ettiği böyle bir konuda bigi eksikliği var. Daha sonra malumunuz halktan çok tepki gelince işe, sanki bu vergi zamlarından daha önce haberi yokmuş gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi. Başbakan Yıldırım kabineyi topladı. En nihayetinde geçen hafta itibarıyla yüzde 40'lık zammın yüzde 25'e çekildiği, Gelir Vergisi'ndeki artıştan vazgeçildiği ve sadece finans kurumlarına getirilmesi planlanan ek 2 puanlık Kurumlar Vergisi artışının tüm şirketleri kapsaması öngörüldü. Burada bir nevi vatandaş kollandı, şirketlere fatura çıkarıldı. Ancak tahsil edilemeyen Kurumlar Vergisi tahakkukları dikkate alındığında bence Hükümet'in, “Açığı borçla değil, gelir artışıyla kaptacağız” beklentisi havada kalıyor.
İNANDIRICI MI SİZCE?
Şu iki haftada ne oldu derseniz; ben size temmuz ayında yapılan kabine revizyonundan sonra ekonomide tek seslilik olacak, tek kaptan olup istikrarlı bir rota çizilecek beklentisinin iki ay geçmeden hayalden ibaret kaldığının ortaya çıktığını söylerim. Herkesin ayrı telden çaldığı bir ekonomi yönetiminde de, ekonominin asli aktörlerinin zaten jeopolitik, siyasi ve küresel piyasalardaki gelişmeler nedeniyle belirsizlikten yakındığını hatırlatır, üstüne tuz biber ektiğinizi hatırlatırım. O zaman adama sorarlar; bugün söylediğinden yarın cayan bir yönetimin veya Maliye'sinin söylediğinden Hazine'sinin haberi olmayan bir devletin inandırıcılığı kalır mı?
Bu sabah Maliye Bakanı Ağbal, bütçe gerçekleşmelerini açıkladı. Orada 2018 bütçesine ilişkin de bilgiler verdi. Bakan Ağbal konuşmasında diyor ki; genişlemeci para politikası uyguladık. İyi de Merkez Bankası ne diye “sıkı para politikasından” söz ediyor. Maliye'si genişlemeden, Merkez Bankası sıkmadan söz ediyor. Al buradan yak!
FAKİRİN EKMEĞİNDE GÖZÜMÜZ YOK AMA.
Gelelim üretim meselesine. Davutoğlu döneminde başlayan ekonomide dönüşüm eylem planlarından, Yıldırım kabinesinin programında yer alan üretim ekonomisine, geçen üç yılda ben ne bir dönüşüm ne bir yatırım ve üretim atağının işaretlerini göremiyorum. Yüzde 5 büyüme derseniz; ben size o verilerin hormonlu olduğunu, ekonominin aslında yüzde 3'ler düzeyinde büyüdüğünü söylerim.
Neyse, sadede gelirsek. Şimdi hani Hükümetimiz üretim diyordu ya; ben de bakıyorum üretici ne diyor diye. TÜİK'in hormonlu verilerinde bile zaten sanayi yatırımlarının gerilediği gözle görülüyor. Anadolu'da nereye gitsek “Çalıştıracak eleman bulamıyoruz. Adam Yeşil Kart sahibi, çalışırım ama sigorta yapma, diyor. Sigorta yapmasak istihdam teşviği nerde kaldı?” sözlerini duyuyoruz. Bu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı'nın dün açıkladığı üzere 9 milyon yurttaşın devlet yardımıyla geçiniyor olmasının, üretim cephesine yansımasıdır.
Peki ne diyor Maliye Bakanımız bugünkü açıklamasında, sosyal devlet uygulaması kapsamında bütçede 50.8 milyar TL'lik sosyal yardım programımız var. Tarıma 20 milyar var, özel sektöre 37 milyar var ama sözüm ona fakir fukara, garip gurebaya 50.8 milyar TL var. Tamam olsun, hatta 2 katı olsun da; bütçe açığı kadar bir kaynağın sosyal yardımlara akması ekonomideki verimsizliği ve kaynak düzensizliğini gözler önüne sermiyor mu? Yoksa bu yardımlar, ihtiyaç sahiplerine değil de iktidarın oy depolarına mı akıyor? Sormadan edemiyorum.
TL HAPI YUTALI ÇOK OLDU
Malum açıklar artınca Hükümetimiz vatandaştan altınlarını istedi. Karşılığında da sertifika verecek. Geçen haftaki yazımda da belirttim. Vatandaş bu olaya, “cepte para kalmadı, bizim altınlara göz diktiler” diye bakıyor. Bu milletin öyle veya böyle bir hafızası var. Güneyimizde savaşla burun burunayken, en ufak bir dış politik restleşmede TL en çok dayak yiyen para birimi oluyorken, vatandaş tek güvencesi altınlarını kusura bakmayın da biraz zor getirir. Cihangir başta olmak üzere birçok semtte dairelerin dolarla kiralandığı veya satıldığı ülkede, TL zaten hapı yutalı çok olmuştur.
Hele ki yukarıda sıraladığım üzere Maliye'si başka, Hazinesi başka, Merkez Bankası bambaşka telden çalarken.
Bu yazıda nereden çıktı derseniz. Malum geçen hafta Nobel Ekonomi Ödülü açıklandı. Ödülü Amerikalı iktisatçı Richard Thaler aldı. Aydınlık'ta Prof. Dr. Melih Baş, Hürriyet'te de Uğur Gürses yazdılar. Meraklıları açıp okusun derim.
Thaler'in ödülü almasında davranışsal iktisat üzerine çalışmaları etkili oldu. Bence Hükümet yetkililerimiz Thaler'in çalışmalarına bakarak, bizi bekleyen şu zorlu 3 yıla ilişkin kararlarını öyle alsınlar. Yoksa Beştepe tarafından güdülen ekonomi yönetiminin, halkan gelecek tepkiler sonucu dürtüsel kararlar almasıyla bu gemi yürümez.
Neden zorlu süreç dediğimi ise haftaya biraz açarım. Tabii ki IMF'nin iki yüzlü söylemleriyle birlikte.
Davranışsal ekonomi konusunda ise şunu söyleyebilirim. İnsanların iktisadi kararlarını vermeden önce tam ve doğru bir biçimde bilgilendirildiklerini düşünelim. Eksik ve yanlı bilgilendirme, eksik/hatalı analiz ve yanlış çıkarımlar, tuzaklara düşme vs. homo economicus ile homo sapiens arasındaki farkı oluşturan büyük ölçüde bunlar.