Güle güle kardeşim!
Bu düzmece davalar var ya; artık adlarını bile duymak istemediğimiz... Yüzlerce “kardeş” kazandırdı bana, yüzünü dahi bir kez görmediğim.
Ve yüzlerce “anne, baba, yenge, yeğen...”
Kocaman bir aile olduk; haberimiz bile yoktu birbirimizden...
Birlikte ağladık o duruşmalarda...
Birlikte isyan ettik kurulan kumpasa ve hiçbir şeyi anlamadığımızı sanan savcılara!
Vardiya nöbetini birlikte tuttuk Beşiktaş Meydanı’nda...
***
İşte; bu, yüzünü hiç görmediğim “ana baba ayrı öz kardeşlerim”den biri de Cem Çakmak...
Rütbesi de afili hani:
“Tuğamiral..”
Fotoğrafına göz atıyorum; ne yalan söyleyeyim, “kardeşim” olmasa kıskanmam işten değil...
Kocaman, yakışıklı, aslan gibi bir “adam” yani...
Hem de adamın has cinsinden!
Lakin bir de “yazılı vesikası” var hayat denen maceranın, “özgeçmiş” diyorlar buna dilimizde...
Cem Çakmak’ınkine bakıyorum, “Çocuk bu daha yahu!”
1963’lü henüz...
Yani benden iki yaş küçük bu kardeş!
***
Esir şimdi Silivri’de...
Sebebi?
Bilene aşk olsun!
Darbe yapacakmış sözüm ona; öyle dedi savcılar ve yargıçlar!
Ne darbesi yahu; Ankara’yı toptan verseniz, bırakıp gider mi denizlerini acaba?
Tek suçu, “satışa” boyun eğmeyecek oluşu onun!
Hangi satışa mı?
E; onu da siz bulun bir zahmet!
***
Daha gidecek ne denizleri vardı önünde kim bilir; kaç geceyi daha haritalara bakarak geçirecekti, “yeşil gözlü SEVGİlisi” ve iki gülümseyeni...
Ama korktu birileri, bu genç komutandan...
“Yeter” deyip önce demir parmaklıkların arkasına attılar onu; sonra da zorla çıkardılar üniformasını...
Bir asker çocuğuydu; yani üzerinden çıkarsalar da içinden çıkaramazlardı ki o üniformayı...
Hadi üniformayı çıkardılar; doğduğunda daha Gölcük’te kokusunu duyup aşkına düştüğü denizden nasıl uzaklaştıracaklardı onu?
Ve elbette vatan sevdasından...
***
Silah arkadaşlarına kurulan tuzakları görmezden gelen “özel” bir komutanın görev döneminde...
“Özel” bir mahkemede görülen, bu...
“Özel” davalar...
Çok ama çok “özel” kardeşler verdi bize...
Cem Çakmak da onlardan biri...
Yüzünü görmediğim ana-baba ayrı öz kardeşim!
Çünkü sevdamız bir, yaşama nedenimiz bir, umudumuz bir, coşkumuz bir onunla...
O da benim gibi hissediyor olmalı ki bu kitabın ön-sözünü yazma onurunu bana lütfetmiş...
***
Yazacak çok şey var aslında... Ya da hiçbir şey yok!
Çünkü “Gönül sözünün üstüne söz yazılmaz” der, erenler:
Bu kitapta “gönül sözleri” var sadece...
O sözlerin ne önüne, ne ardına ne de yanına...
Tek sözcük bile ekleyemez benim tükenmez kalemim.
Kalemim tükenmez de bu gibi durumlarda söyleyecek sözüm tükenir çünkü...
***
Yukarıdaki satırlar, “ana baba ayrı öz kardeşlerim”den Tuğamiral Cem Aziz Çakmak’ın “Hücremin Lumbuzundan” isimli kitabına yazdığım önsözdü...
Cem bu kitabın yayınlamasından bir süre sonra, önce sağlık nedenleriyle tahliye edildi; sonra da diğer Balyoz sanıklarıyla beraber aklandı.
Ancak cezaevinde yakalandığı hastalıktan kurtulamadı.
Bugün son yolculuğuna uğurlayacağız bu kahraman denizciyi...
Gemisinin güvertesinden son kez selamlayacak sahilde kendisine el sallayan karısını ve çocuklarını...
***
Sana yeminim olsun kardeşim; seni o kumpasa sokup cezaevine tıkanlar ve hastalanmana neden olanlar hak ettikleri cezaya çarptırılıncaya kadar, o davaların takipçisi olmaktan vazgeçmeyeceğim.
Bayrağın, bayrağım...
İlken, ilkem...
Kavgan, kavgamdır.
Bundan sonra senin yerine de savaşacağım!
Not
Sevgili dostlar... İyi değilim. Bugün ne başka yazı yazacak, ne de soru sorup isyan edecek haldeyim...
Affedin.
M.M.