Gülüyoruz-(TAMAMI)

Hayvanların zekisine, insanın aptalına, aptallıklarına gülünürmüş. Ne çok aptallıklarla karşılaşıyoruz, yazık ki gülmekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Aslında mizahın tam zamanı, Aydınlık, Levent Kırca, Ferhan Şensoy gibi iki büyük mizah ustasını kadrosuna katmakla iyi etti, mizaha çok iş düşüyor, onlara çok iş düşüyor. Başka mizahçılara da çok iş düşüyor, ama nerdee, hepsi de tıss! Bu gün siyasete bulaşmadan mizah yapma becerisini gösterenler, yarın sol bir yönetim gelirse, aynı tutumlarını sürdürmeliler, tersini yapma hakları olmamalı onların. Bu hak gene Levent Kırca’ların, Ferhan Şensoy’ların olmalı.

Geçen yazılarından birinde Levent Kırca, “fino” dediği satılmış kalemlerden birini ne güzel anlatıyordu. Olimpiyatlarda atletleri izlerken arada okuyuverdim, sözcükler pistteki atletler gibi akıp gidiyor, neşeli, koştura koştura, uçup giden bir yazı. Üstat kızmazsa bu tatlı koşuya dış kulvarlardan koşarak ben de bir yerinden katılmak istiyorum. Onun sahne tozu içinde pişmiş, halk dilinden beslenen diline, sevimli öfkesine, kabalaşmayan bitirim havasına daha yerel bir renk katmak istiyorum. Diyor ki Kırca: “Köpekler öyledir, önüne yemi kim korsa, onu sahiplenirler.” Köpeklerin önüne biz “yem” değil, “yal” koyarız, yalnız bizde değil, Anadolu’nun hemen her yerinde köpeklere, finolara “yal” verilir, yani yallanırlar. Bakın “yallamak” eylemini gene bilgisayarım kırmızıyla çizdi, beni uyarıyor, makine böyle bir sözcük yok sanıyor, çünkü TDK’nin aklına uyuyor. Televizyonda bu sözcüğü bildiğim kadarıyla ilk kez Yaşar Nuri Öztürk kullandı, onun memleketinde de var demek ki; buradan yalnız dinimize değil, dilimize yaptığı katkıdan dolayı da kutluyorum kendisini, Anadolu’da her yerde var, ama ihmal edilmiş, “lisan-ı avam” sayılmış, ölüme terk edilmiş bir sözcük yallamak, neyse ki halk yaşatıyor. Adam, birinin köpeği gibi davranıyorsa, “falanın yallaması” da derler. Bu sözcükler ölürse, köpekleri nasıl anlatırız halka, ölmemeli bu sözcükler, üstadım siz kullanırsanız daha da yaygınlaşır.

Siyasal mizah dedim. Başbakan sporculara taktik vermeye başladı, voleybolcular galiba bloklara dikkat etmiyorlarmış! Etsinler, koskoca başbakan bilmez mi? Güreş antrenörümüz Yakup Topuz’a da, güreşçilerin “künde atmalarını” söylemiş. Böyle durumlarda mizah kendiliğinden devreye girer. Maksat biraz gülüp eğlenmek, hoşça vakit geçirmek şurda. Neyse ki “künde” güreşte çok bilinen bir oyun... Sayın başbakan az bilinen bir oyun da isteyebilirdi, örneğin, “Yakup Hoca, güreşçiler şu baldırpatlatan oyununu yapsınlar!” diye buyursaydı durum ne olurdu? O zaman ne yapardı bizim Yakup Hoca? Al sana siyasal mizah, bunu ben mi öğreteceğim sizlere, sevgili komedyenlerimiz?

Biz dönelim “baldırpatlatan” emrini alan Yakup Hoca’nın durumuna. Hoca’mız şaşkın, Allah Allah! Sahi bir zamanlar böyle bir oyun vardı, ama nasıldı? Yakup Hoca bir türlü hatırlayamaz; telefonla, daha genç birine, asrın güreşçisi Hamza Yerlikaya’ya sorar.

“Yakup Hocam, biliyorsunuz ben grekoromenciyim,” diye yanıtlar asrın güreşçisi. “Bizim baldırla bacakla işimiz olmaz, hayatımda hiç baldır patlatmadım hocam!”

“Kusura bakma Hamza’cığım, doğru, sen grekoromencisin yaa...”

Yakup Hoca’nın bir sekreteri vardır herhalde, döner, “kızım” der sekreterine (oğlum da diyebilir), “Bana Ahmet Ayık’ı bağla.” Telefonda heybetli vücuduna uyan, kalın sesiyle Ahmet Ayık:

“Baldırpatlatan mı? Ehe... Valla Yakup Hoca’m vardı böyle bir oyun. Ben gençliğimde karakucak yaparken, fantezi olsun diye bir iki kez denedim galiba... Ama unuttum gitti, bunu en iyisi sen İsmet Atlı’ya sor, o iyi bilir.”

“İsmet Atlı yaşıyor mu, hayatta mı?”

“Yaşıyor, çok yaşlandı yalnız.”

“Yaa, adamı bunca yıl arayıp sormadık, şimdi baldırpatlatan oyunu için aramak...”

“Yakup Hocam ara sen, işin içinde sayın başbakan var...”

Ey okur, bu mizah öyküsü böyle uzayıp gider, devamını siz de yazabilirsiniz, Nasrettin Hoca’nın torunlarısınız ne de olsa. Siyasal mizahtan korkan mizahçılarımız Nasrettin Hoca’nın torunları olduklarını unuttular, siz unutmayın, olur mu?