Günahın toplumsallığı -(TAMAMI)
Gerçekte bu başlık bir kitap kapsamı içinde ele alınacak, o ölçüde geniş olarak tartışılabilecek bir konudur. Konu, dini inanışlar bağlamında ele alınacağı gibi insanlığın tüm davranışları için de ele alınabilir, hatta alınmalıdır. Sevap ve günah dinsel terimler olmasına karşın, bu terimleri insanlar tarafından gerçekleştirilen olumlu ve olumsuz davranışlar için kullanabiliriz.
Sevaba, yani olumlu etkinliklere herkes sahip çıkar. Ama günah daha çok kişiselleştirilir. Bu nedenle günah işleyene “günahkâr” diye bir yafta da kullanılır. Ben bu anlayışı tartışmak istiyorum. Günahların (olumsuz-yasal olmayan) toplumsal yanının da olduğunu düşünüyorum. Örneğin vitrinde baklava görüp, alacak parası olmadığı için bunu çalmaya kalkan bir genç veya yetişkinin suçu kişisel midir? Para kazanmak için ahlakını satan bir kadının günahı kişisel midir? Eline silahı alıp sınıfını basarak öğretmen ve arkadaşlarını katleden gencin suçu kişisel midir?
Konu daha genel alınırsa, bir ülkede aç, açık insanlar varsa bu olumsuzluklar o insanların suçumudur. Yırtık ayakkabı ile karda yürüyen çocuğun sorumluluğu kime aittir. Kapkaç yapan gencin, trafik lambalarında dilenenlerin, cam silen, mendil satanların günahı veya suçu kimindir. Tüm bunları toptan kişiselleştirme gibi bir eğilim olduğunu sanıyorum. Bu yaklaşımın doğru olmadığını ve bir toplumda yaşanan tüm bireysel kusurların derecesi farklı olsa da “toplumsal bir sorumluluk” olduğunu ve tüm günah ve olumsuzluklar toplumsaldır diye düşünüyorum. Başka bir anlatımla yukarıda örnekleri verilen bireysel kusur, suç ve sorunlarda tüm toplumun paydaş ve sorumlu olduğunu fikrini savunuyorum. Ancak toplumsal sorumluluğun kabul edilip, sorunun ortadan kaldırılabilmesi de yine sorumluluğun bireyselleşmesinden geçmektedir. Örneğin baklava çalan ve hapis cezası alan çocuğun işlediği suç ve/veya günahın, o kişiden çok toplumsal olduğunu kabul edip, her bireyin böyle bir olayda, kişisel sorumluluğunun olduğunu düşünmesi, buna göre hareket etmesi gereklidir. Özet bir anlatımla, suç işleyen bireylerin suçlarının toplumsal olması, toplumdaki her bireyi bu suçlardan sorumlu kılmaktadır.
Gerçekte bizim toplumumuzda bu görüşleri destekleyen, dine dayalı inanışlar, toplumsal kabuller de vardır. “Komşusu aç yatan tokun, komşusunun açlığından sorumlu tutulması” bunun bir örneğidir. Bu çerçevede “toplumlar layık oldukları kişilerce yönetilir” özdeyişi de, daha genel başka bir örnektir. Bu özdeyiş de şikâyette bulunduğumuz yöneticilerin, bu konuma gelmelerinin de toplumsal bir sorumluluk olduğu, bizim de birey olarak bunda sorumluluğumuz olduğu gerçeğini hatırlatmaktadır.
Bir milyarın açlığından yedi milyar sorumludur
Konuyu makale kapsamında tutmak için, tarımla ilgili ve dünyada önemli bir sorun olan yoksulluk ve bunun bir sonucu olan açlıktan söz ederek tamamlayalım. Dünyada bir milyara yakın insan açlık ve yoksulluk içinde olduğuna göre, geri kalan 7 milyarın bunda sorumluluğu olmalıdır. Başka bir anlatımla bu sorunu yaşamayan her birey, toplumsal sorumluluk içinde kendi payına düşeni algılamalı, açlık ve yoksulluğu benliğinde hissederek, bu sorunun çözümü için elinden geleni yapmalıdır. Bu anlayışa uluslararası düzeyde 2009 yılında New York’ ta toplanan Birleşmiş Milletler Küresel Gıda Krizi ve Gıda Hakkı toplantısında da işaret edilmiştir. Toplantıda dile getirilen ve “bu dünyada varsıllar, bugüne kadar dikkate almadıkları veya çok az dikkat ettikleri komşuları, tüm insan ve canlıların ortak yaşam alanı olan dünya üzerinde olumsuz etkiler yaratan yaşantı ve tüketim yapılarını değiştirmelidirler” şeklinde Türkçeleştirebileceğimiz görüş de gerçekte yoksulluk-açlık sorununun toplumsallığına işaret etmektedir.
Daha barışçı, paylaşımcı ve herkesin refah içinde olduğu bir dünya dileğiyle!