Güreş, Türk Kadınına çok yakıştı

Geçenlerde bizden epey genç, yeni kuşak şampiyonlardan bir güreşçiyle konuşuyordum. Küçük bir anısını anlattı bana. Hemşerisi bir milletvekili gece yarısı telefonla aramış. Uykudan uyandırmış onu. “Şimdi televizyonda Dangal diye bir film izledim, bu filmin etkisiyle arıyorum, kusura bakma,” diye başlamış söze “Şampiyon bir güreşçi kızı anlatıyor film. Bizde dünya kadar şampiyon var, neden böyle bir film yok?”

Şu yanıtı vermiş şampiyonumuz:

“Sayın milletvekilim, bizde şampiyon çok ama, sanatçı yok!”

Belli ki tek bir sözcüğüne itiraz edilemezmiş gibi, çok inanarak söylemiş bu sözü. Telefon konuşmasını çok uzatmak istemedim, sadece şu kadarını söyleyebildim şampiyona:

“Bizde sanatçı da var, şampiyon da var, ama apayrı dünyalarda yaşıyorlar…”

Sorun burada… Birbirlerinden haberleri yok… Dünyaları çok farklı, kültürleri çok farklı… Bu iki kesimi yaklaştıracak çalışmalar, etkinlikler, kişiler, kurumlar yok bizde. Şunu da sorabilirdim şampiyona: “Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den, Tarık Buğra’dan, Peyami Safa’dan, Tanpınar’dan, Sabahattin Ali’den bir iki kitap okudunuz mu? Hadi hepsinden demiyorum, bir ikisinden olsun okudunuz mu? Yılda kaç kez bir kitabevine girip çıkarsınız? Tiyatrolarla, konserlerle aranız nasıl?”

Hadi bunları bir yana bırakalım… Güreşle ilgili bir iki roman da olsa yazıldı, kaç güreşçi okudu acaba?

Gelelim öteki kesime, sanatçılara… Bu ülkenin tanınmış yazarlarından, oyuncularından, yönetmenlerinden kaçı ilk olimpiyat şampiyonumuzun adını, Atatürk’ü sevince boğan Yaşar Erkan’ı bilir? Kaçı yılda bir kez olsun güreş karşılaşmalarına gitmiştir?

Sorun burada bence…

Bu iki kesim yaklaşmalı birbirine. Bunun için çaba gösterilmeli…

Şampiyonun sözünü ettiği Dangal filmi Hintli bir kadın güreşçinin başarı öyküsünü, mücadelesini anlatıyor… Bu filmi dokuz yaşındaki torunum Defne’nin ısrarlı önerisiyle izledim. Kadınlar dünya minderlerinde kendilerini daha yeni yeni göstermeye başlarlarken, hemen filmleri yapıldı, böyle güçlü bir filmle kadın güreşçiler spor dünyasında yerlerini daha da pekiştirdiler. Kadının güreşmesi sporda bir devrimdir, bu devrime ülke olarak biz de katıldık. Kadınların bizde tiyatro sahnesine çıkması ne zor olmuştur, bilirsiniz. Mindere çıkmaları belki o denli zor, çileli olmasa da, çok kolay da olmadı. Atatürk Türkiye’si burası, zorluklar çabuk aşıldı. Üstelik Erbakan gibi muhafazakâr bir başbakan döneminde gerçekleşti bu olay. Homurdananlar, karşı çıkanlar da olmuş, Ahmet Ayık Federasyon Başkanı olarak onları dinlememiş… Kendisinden dinledim, Erbakan’a kabul ettirmiş bu işi… Ne de güzel oldu, ardından bildiğiniz gibi Yasemin Adar’lar, Buse’ler, Evin’ler yetişti.

GÜREŞ, ESKİŞEHİR KIZLARINA DA YAKIŞIR…

Geçen yazılarımdan birinde Tepebaşı Belediye Başkanı Sayın Ahmet Ataç’a açık bir mektup yazmıştım.

Sağ olsunlar beklediğimden de öte bir ilgi ve duyarlılık gösterdiler, beni aradılar. Ahmet Bilek’in adının verildiği tesise konulan özgeçmişindeki yanlışları ve eksikleri düzelttik, köy enstitülerinden yetişen şampiyonu doğru anlatan satırlar şampiyonumuzun adını taşıyan tesise asıldı.

İki olimpiyat şampiyonu yetiştirmiş birkaç ilimizden biridir Eskişehir.

Kentin ortasında iki olimpiyat şampiyonun heykeli var, ikisi de Sayın Büyükerşen’in elinden çıktı: Biri Nasuh Akar, öteki onun öğrencisi Ahmet Bilek… Her ikisi de Türk güreşinin altın yıllarında şampiyon oldular. Spor tarihimizi altına boğan bir kuşaktı onlar.

İki olimpiyat şampiyonu yetiştirmiş bu kentte bu gün yazık ki bir güreş kulübü yok. Sayın Başkan Yılmaz Büyükerşen özene özene iki şampiyonun heykelini yontarken, sanırım bunları da düşünmüştür. İki olimpiyat şampiyonu yetiştirmiş bir kentte güreş neden bitti? Bu soruyu Sayın Ahmet Ataç da soracaktır sanırım. Hele de artık kızların da mindere çıktığı bu dönemde, Eskişehir ata sporumuza ilgisiz kalmamalı.

İki güçlü güreş kulübü vardı Eskişehir’de. Demirspor epeyce eskiydi, sonra Şekerspor… Bugün ikisi de yok… Bu kulüpler, bu kulüplerin değerli sporcuları benim de belleğimdedir. Çoğunun maçlarını izledim: Nasuh Akar’dan, Ahmet Bilek’ten sonra Tevfik Uysal, Mehmet Ali Aslan gibi serbestçilerin yanı sıra Gürbuz Lû gibi iyi bir grekoromenci yetişti. İki dünya, bir olimpiyat şampiyonluğu bulunan Tevfik Kış’ı bir tek Nihallıcıklı bu genç yenebildi. Çok farklı bir kuşaktı onlar. Gürbüz Lû uzun süre utancından Tevfik Kış’ın bulunduğu gruplara yaklaşamadı. Bu durumu anlayan Tevfik Kış; “Gel ulan buraya, sen niye benden kaçıyorsun?” diye yanına çağırdı:

“Sen Türkiye şampiyonu oldun, Spor Toto aylık bağladı mı sana?”

“Hayır, bağlamadı.”

“Nasıl bağlamazmış, yarın bana gel, birlikte gideceğiz!”

İlgili memurun karşısına birlikte çıkarlar. Arkadaşına niye aylık bağlanmadığını sorar Tevfik Kış. Memur, kem küm ederken;

“Ulan bu adam beni yendi, daha ne yapsın? Çabuk verin bunun aylığını!..” diye bağırır.

O kuşak bir başkaydı.

Sayın Büyükerşen, Sayın Ataç, kadınların da güreştiği bir çağda, ata sporumuz Eskişehir’de neden yok oldu? Hep birlikte kafa yormalıyız.