Habere yorum katmak ne kadar etik…
Garip bir coğrafyada yaşıyoruz. Siyasetçinin yaşlısına dinozor, gazetecinin eskisine duayen, sanatçınınkine efsane, futbol alanındakine ise imparator diyoruz. Bir diğer deyişle; yaşları birbirlerine yakın da olsa, çaptan düşenleri yerin yedi kat dibine, popüler olanlarını ise göğün yedi kat üstüne taşıyoruz…
Kısacası ara katlar kullanılmıyor bu coğrafyada… Ya da ayarı pek tutturamıyoruz…Yergimiz de ölçüsüz, övgümüz de…
Çaptan düşenlerle popüler olmanın keyfini sürdürenlerin yer tayinindeki tek ölçek ise görsel ve de yazılı basın. Dün övgüler düzülenlerin çaptan düştükten sonra yerin dibine gönderilmelerindeki tek neden ise, kişisel ve kurumsal çıkarlarla, ekranlarda ve köşelerde eleştiri dozunun aşılarak en kısa yoldan önemli kişilerin kişilikleriyle oynayarak kişilik kazanma hırsı…
Her alanda olduğu gibi basın alanında da hırsları yeteneklerinin önüne geçen ve bunu ekranlardaki yerleriyle köşelerinde pervasızca ve de sorumsuzca kullanmakta bir sakınca görmeyenler var. Her gün ekran ve köşelerde dozu artarak süren bu tavır ne var ki yalnızca ekrandaki yüzleri değil, onların destek aldığı kimi saygın kuruluşların konumunu da büyük ölçüde etkileyip, saygınlıkları ve de nesnellikleri hakkında bir kez daha düşünmemize zemin hazırlıyor. Üstelik bu tür davranışı neredeyse bir alışkanlık haline getiren, her konuşmasında değişim/dönüşümden söz ederek yenilenmenin altını çizip gençleşmekten yana tavrını koyan, eleştirdiği yaşlı kişiden daha da yaşlı olan birkaç duayen meslektaşlarımız da bunu yapmakta bir sakınca görmüyor. Gazetecilikte duayenliğe yöneltilen yaşlar, siyasette yenilginin kullanışlı bir aparatı oluyor…
Oysaki bizim toplumumuzda ahdevefa vardır, kim olursa olsun düşene vurulmaz… Dünün bu erdemi günümüzde zaaf oldu. Vay yenilmişlerin haline…
Görsel ve yazılı basınımızdaki kimi gazeteciler de ne yazık ki zaaf olarak tanımladığımız bu yöntemi kullanarak tatlı su kahramanlığına soyunuyor. Yergi/eleştirinin de dozunu gazeteciliğin bilinen genel ilkelerini hiçe sayarak adeta büyüklü küçüklü dağları ben yarattım dercesine her geçen gün yükselterek kullanmayı sürdürüyor.
Haberciler yorumsuz haber sunar, yorumcular yorum yapar. Ama günümüzde haberciler yorum yapıp, yorumcular yorum yerine haberlerden okuduklarını aktarmakla yetiniyor.
Gazeteciliğin temel ilkelerine göre bir gazeteci kaynağını açıklamak zorunda değildir. Ancak “ben kanıtlayamam ama böyle düşünüyorum” da yazıp konuşamaz. İlki bir ilke, ikincisi ise ilkesizliktir. Gazetecilik mesleğinde ise ilkesizliğe asla ödün verilmez… Ancak şimdilerde moda oldu. Haber sunanlar bile kafalarına göre takılıp yorum üstüne yorum yaparak gerçekleri deyim yerinde ise kendi görüşlerinin odağına koyup bizlerin de böyle görmesini istiyorlar. Ve işin garibi buna da tarafsız haber diyorlar…
Ancak kimi ekran ve gazetelerdeki çelişkiler bu kadarla kalmıyor. Her kanal ve gazete düşünce özgürlüğünden yana dem vurmasına karşın adeta “fasıl heyetleri gibi” aynı makamdan, birbirlerini onaylarcasına aynı taraftan konuşuyorlar. Çünkü kimsenin aklına -daha doğrusu işine- farklı düşüncelere yer vermek gibi bir şey gelmiyor. Sözüm ona halk konuşuyor cinsinden yaptıkları programlarda bile halktan çok kendileri, oturumları yöneten kişiler konuşuyor. Vs…
Çok zor bir süreçten geçtiğimiz bu günlerde izlediğimiz çok az sayıda kanal ve gazete var… Onlar da kimi çıkarların girdabına kapılıp dönmeye başlarsa, sanırım hepimiz iyiden iyiye okuma alışkanlığını edindiğimiz komşu haritalar üzerinde çubuk gezdiren o bildik yandaşların oluşturmak istedikleri bir başka dünyaların içinde kaybolup gideceğiz.