Hakikate saygı lütfen
Geçen perşembe akşamı Üvercinka’nın 41. sayısının ilk nüshalarını götürdüğümde kapıyı açar açmaz ayağıma dolanan Misket’in havlamaları, otoban sürtüğü Elif’le balıkçı güzeli Papyon’un miyavları sırasında Zühal Tekkanat bir yandan onları anne şefkatiyle içeri çağırıyor, bir yandan da, “tepkileri önce gelen derginin kendi de geldi” diyerek dergi poşetine uzanıyor. Sevecen bir çığlık: Kırk bir kere maşallah! Salondaki koltuklarda dergiyi merakla bekleyen Tamer, Aydan, İbrahim bütün bir ayın en keyifli saatleri için masaya otururken, “Turhan Günay’a mektubunuz varmış, Zühal’i arayan arayana” diyorlar. Nihal Tekkanat mutfaktan yakınıyor: “Mehmet Seyda için hâlâ yazmadınız.” Bense abla kardeşin hazırladığı çilingir sofrasına dört yıldır aynı alışkanlıkla yönelip gözlerimi tam karşımdaki fotoğrafta Cemal’in hınzırca parlayan hüzünlü gözlerine dikerek ilk yudumu alırken iki kıta arasındaki akşam trafiğinin yorgunluğunu dışarıda bırakmanın yaşama sevinciyle herkesi selamlıyorum: Cemal Süreya aramızda... Üvercinka dahil...
TURHAN GÜNAY’A DÜZELTME
Bir önceki perşembe, Cumhuriyet Kitap’ta Turhan Günay, “Okurlara” köşesinde, “Şair, dergici ve yayıncı...” başlıklı yazısına şöyle giriyor:
“Sevgili Enver Ercan’la, yanlış hatırlamıyorsam, otuz beş yıl önce karşılaşmıştık. Memet Fuat döneminde yıllarca girip çıktığım De Yayınevi el değiştirmiş, yayınevinin başına bir delikanlı geçmişti. Telefonla arayıp ‘hayırlı olmasını’ dilemiş, ‘yayıncılık anlayışının eskisi gibi süreceğini umduğumu’ söylemiştim. Kısa bir süre sonra ise o genç arkadaşım beni yayınevine davet edip yayıncılıkla ilgili bilgiler almak istediğini iletmişti. Gittim ve Enver Ercan’la böyle tanıştık.”
Okuduğumda, kendi kendime gülümseyerek, “yanlış hatırlıyorsun Sevgili Turhan” dedim. O günlerde Zühal’in ve başka arkadaşların uyarıları üzerine bir mektup yazdım, altına da kendi paragrafı uzunluğunda bir düzeltme gönderdim. Düzeltmeyi, mektupla birlikte Üvercinka’da da yayımladım.
Gönderdiğim düzeltme şuydu: “Sevgili Turhan Günay’ın 22 Şubat günlü yazısının girişini düzeltmek zorunda kaldığım için tüm okurlarından özür diliyorum. Elbette kimsenin kimse hakkındaki duygu ve düşüncelerine, sevgi ve hayranlık anlatımına, öznel yargılarına hiç kimsenin diyeceği olamaz. Ama nesnel yanlışa da seyirci kalamayız. YAZKO’da birlikte çalıştığımız Memet Fuat’tan Haziran 1983’te De Yayınevi’ni, Hüseyin Ekici’dense Düşün Dergisi’ni ben devraldım; daha sonra ortaklık kurduğum kişilerle anlaşamayınca Ocak 1986’da şapkamı alıp ayrılmak zorunda kaldım. Enver Ercan, bu dergi ve yayınevini, ne bu tarihe kadar ne de sonrasında yönetmiştir.”
POSTMODERN DÖNEMDE BELLEK ŞAŞKINLIĞI
De Yayınevi’nin 50. yılı dolayısıyla Hurufat’ta (S: 2, Kasım 2010) İlat Yenidoğan’ın sorularını yanıtlarken de vurgulamıştım: Yenilikçi çizgisine uygun biçimde Gerçekçiliğin Boyutları dizisini başlatarak yayımlanmasını nice düşlediğim kitaplarla işe koyuldum, De Yayınevi’ne çok emek verdim (1983 - 1986). Modern şiirimizin İkinci Yeni sonrasında itildiği çeyrek yüzyıllık kanlı bıçaklı saflaşmayı sona erdirmek için Düşün Dergisi’nde etkili bir ortam oluşturdum. Hasan Hüseyin’in, “bu demir Divriği dağlarından / ben söktüm ulan ben söktüm” dediği gibi, emeğimi yok saydırmam. Hem zaten, Hurufat’taki o söyleşiyi izleyen günlerde, beni bizzat Turhan Günay uyarmıştı: “Eski isimlere düşkünlük var. Aman yayınevinin adını kaptırma!”
HAFIZA-Yİ BEŞER BUNCA MI ŞAŞAR?
Üvercinka 41’deki mektubu gırgır şamata içinde okuduktan sonra Zühal, “çok incelikli ve dostça” bulduğunu belirterek, “bugünkü Cumhuriyet Kitap’ta okuduğum bir vitrin haberi için de Nisan’daki Üvercinka’da benim bir düzeltmem olacak!” dedi. Haydar Ergülen’in “Cemal Süreya İçin 59 Kırlangıç” kitabının adındaki tutarsızlığa dikkat çekti: “Cemal, kendi hayatına 9 kırlangıç ömrü biçmişti. Onun adını taşıyan bir kitapta 59 kırlangıçtan söz etmek düpedüz kafa karışıklığı değil mi? Postmodern çürüme döneminde bellek şaşkınlığı aldı yürüdü.”