Halide Hanım - 2
Robert Fisk’e değil de Halide Edip’e bakalım! Ayn Tura yetimhanesinde geçer olay. Burada Türk, Kürt, Arap, Ermeni birçok yetim çocuk var. Şam’da Ermenilerin yönettiği, Cemal Paşa’nın yardımda bulunduğu yetimhaneler mevcut ama tümden doludur. Çoğunun maddi imkânı yok. Fazladan yatağı bulunan Ayn Tura ise sadece Müslüman çocukları barındırmakta. Ermeni yetimhanesinin bakamadıklarını almak için çocuklara isim takılır. Halide özellikle belirtir, din dersi de verilmez, Türkleştirmek sözkonusu değildir.
İstanbul işgali sırasında Darülfunun’da Batı edebiyatı öğretiyor. Zor yıllar kapıda. Her bilinçli vatandaş gibi göreve hazır. Zira Yunan, birkaç ay içinde İzmir’i de işgal eder. Nihayet Sultanahmet Mitingi’ndeki konuşması, tarihimizin parıltılı metinlerinden: “Bu yeni millet nâmına, ulu ecdadımızın ruhları önünde başımı eğip yemin ediyorum. Bugün kolları kesilmiş Türk milletinin geçmiş günlerdeki kadar cesur bir ruhu var. Yemin ediyorum ki göğsünü adalet ve insaniyetten alan ecdadımın ilahi namusuna hıyanet etmeyeceğiz.” Mehmet Emin Yurdakul’un da konuşması nefistir: “Demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyata, dinî ve millî ananelere, ırkî ve vatanî hatıralara mâlik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor.” Şükûfe Nihal’ın geçenlerde söz ettiğim romanı Yalnız Dönüyorum’dan gelsin şunlar da: “İstanbul'u artık resmen işgal altına alan kuvvetler, o gece Darülfünun'a da girmişlerdi. Salonlarda, koridorlarda dolaşan kara derili, Hint askerler (...) 'sizi böyle keseceğiz, sizi böyle vuracağız' demek ister gibi işaretler yapıyorlar, korkunç korkunç sırıtıyorlardı.”
1919’da, Köycüler Cemiyeti: Türk Ocakları çevresinde kimi aydınlar “halka gitmek” için birleşir. Cemiyetin başkanı Halide, halkçılığın entelektüel durumdan çok eyleme dönüşmesi gerektiğini vurgular. Cemiyetin kuruluşunda Amerikan ilerlemesinin, özellikle de Jane Addams’ın Hull House deneyimi etkilidir.
Derken Amasya Tamimi, ardından Sivas Kongresi. Yakıcı direniş ateşi ülkenin her yerinde harlanmakta, her yer çalkalanmaktadır. Wilson prensiplerinden etkilenen Halide Hanım ve arkadaşları, kongrede Gazi’ye mandacılığı önerir. Bu manda planı korkunçtur üstelik. Doğu Anadolu'nun Ermenilere bırakılması; İstanbul, Boğazlar ve Marmara’nın uluslararası yönetime geçmesi; Trakya'nın Yunanistan'a terk edilmesi! Kendi dar ufuklarının çözümü budur. Hatta işgalcilere karşı ABD ile işbirliği yapma işini resmileştirmek için Refik Halid, Ahmet Emin, Yunus Nadi gibi aydınlarla bir dernek kurarlar.
Halide, Gazi’ye mektup yollar. Çoğunlukla yabancı kültürle beslenen aydın düşüncesini çok iyi özetleyen bu mektubu Nâzım Hikmet de Kuvayı Milliye Destanı’nda harfi harfine alıntılar. Örnek mi? Önce Halide’nin mektubu: “Halkı ve köyleri, sağlığı ve zihniyeti ile çağdaş bir halk durumuna getirebilecek bir hükümet anlayış ve uygulamasına ihtiyacımız var. Bunun için gerekli olan paraya uzmanlığa ve kudrete sahip değiliz. Siyasî dış borçlar, siyasî esareti artırıyor. Taraf tutma, cahillik ve çok konuşmaktan başka olumlu bir sonuç veren yeni bir hayat yaratamıyoruz.” Şimdi Nâzım: “Bizi bir başımıza bıraksalar, / tarafgirlik, cehalet / ve çok konuşmaktan başka müspet / bir hayat kuramayız.”
Daha güzel yerler de var. Önce Halide: “Bugünkü hükümet, adamlarını takdir etmese bile, halkı ve halk hükümeti kurulmasını yararlı gören Filipin gibi vahşî bir memleketi, bugün kendi kendini idareye muktedir çağdaş bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye’yi, her ferdi öğrenimi ve zihniyetiyle gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye’yi, ancak yeni dünyanın kabiliyeti yaratabilir.” Şimdi Nâzım: “İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor. / Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika. / Ne olacak, / Biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz, / Sonra Yeni Dünya'nın sayesinde / İstiklâli kafasında ve cebinde taşıyan / Bir Türkiye vücuda geliverir.”
O günün şartlarıyla bakmak gerektiği kesindir. Bu insanların tümünün vatanını sevdiği de şüphe götürmez, gelgelelim vatandan ne anladıkları açık değildir; nasıl bir gelecek tahayyül ettikleri belirsizdir. Her geçiş dönemi aynı çözüm arayışlarına gebe. Üstelik çok sevmek yetmez, ileriyi görememişlerdir. Çaresizlikle bir kısmı manda ve himayeyi savunur nihayet, olabilir. Sonuna bakalım: Direnişin başında mandacı görünen Halide, profesörlük kürsüsüne tekmeyi atıp boynuna idam fermanını asarak cepheye koşmuştur, az şey değil... Üstelik Handan’ın yazarıdır o tarihte. 24 Mayıs 1920 günü idamı onandığı sırada da artık Anadolu yollarındadır. Yazarlığın yanında önce onbaşılığa sonra çavuşluğa terfi edecektir. (Münevver Ayaşlı, anılarında bundan da hiç memnun değildir: “Millet öyle bir dram içindeyken, kafası acaib sargılar ile sarılmış̧, ayağında pantol, beygirin yuları bir elinde bir elinde kırbaç, Halide Hanım poz poz resimler çektiriyor...” Büyük Mecmua ve Vakit'teki yazılarıyla işgale karşı direnişin gelişmesine verdiği katkılarsa hiç unutulmamalı.
Anadolu’ya geçerken Yunus Nadi Bey ile yolları kesişir. Pratik bir Türk kadını, diye tanımladığı Halide ile Geyve’de, Akhisar İstasyonu’nda ilk kez, kurulması istenen bir devlet ajansı hakkında konuşurlar. Türk Ajansı, Ankara Ajansı’ndan sonra Halide, Anadolu Ajansı adını önerir. Öneri kabul görür. Öyle ya bu ihtilal de zaten Anadolu İhtilalidir… Haftaya devam!