Halk oylaması sonrası Türkiye
16 Nisan halk oylamasının resmi ve kesin olmayan sonuçları açıklandı. Yüksek Seçim Kurulu, hangi oy pusulalarının geçerli sayılacağına ilişkin kendi çıkarmış olduğu genelgeyi çiğneyerek, oylama sonucunu “kurul kararıyla evet”e dönüştürdü. Bir öğrencinin bir dersten “kurul kararıyla” geçmesi, öğrencinin genel durumunu da göz önünde bulundurma gerekçesiyle savunulabilir. Ama eğer öğrencinin genel başarımına ilişkin “dürüstlüğe aykırılık” kuşkusu varsa, “öğretmenler kurulu” da o öğrenci hakkında olumlu bir karar vermez. Yüksek Seçim Kurulu’nun tek görevi, seçimlerde dürüstlüğü sağlamaktır. Kurul, şu ya da bu sonuca ilişkin “genel durum değerlendirmesi” yaparak, herhangi bir karar veremez. Seçimlerde mühür, dürüstlüğün muhafızıdır. Mühürsüzlük, kapıları her türlü hileye açık hale getirir.
‘TÜRKİYE SORUNU’NUN ULUSLARARASILAŞTIRILMASI
Başında ABD’nin bulunduğu emperyalist sistemin ülkemizdeki halk oylamasında “evet”in pususuna yatmış olduğunu birçok kez dile getirmiştik. Hele bu “evet”in kıl payı ve “kurul kararı”yla olması, ortaya çıkan durumu emperyalist sistemin amaçlarına daha da uygun hale getirmektedir. Çünkü onların hedefi, “evet” ve “hayır” “cephe”lerini kalıcılaştırarak çatışmayı körüklemektir.
Bugün emperyalist sistemin gündeminde, bir “Türkiye Sorunu” vardır. Amaç, bu sorunu uluslararasılaştırarak, askeri alan da dahil olmak üzere, ülkemize yapılacak uluslararası müdahaleleri “meşrulaştırmak”tır. Ülkemizdeki siyasal iktidarın hem ulusal, hem de uluslararası düzlemde “yalnızlaştırılması” bu amacın önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. Hesap, egemenliğin kaynağından koparak yalnızlaşan bir iktidarın destek arayışının, onu her türlü tuzağa daha açık hale getireceği üstüne kuruludur.
ULUSLARARASILAŞTIRMADA AB’YE VERİLEN ROL
Kimi AB ülkeleri, halk oylamasına giden süreçte, Türkiye Sorunu’nun uluslararasılaştırılmasında kendilerine verilen rolü oynamışlardır. Birinci sahnede onlara verilen rol, Erdoğan iktidarıyla olan gerginliği tırmandırmaktı. Halk oylamasında çıkan “evet” sonucu, onların ikinci sahnedeki rolünü etkisizleştirmemiş, tam tersine etkinleştirmiştir. Önümüzdeki dönemde, PKK’ya “diktatör”e karşı “özgürlük savaşçıları” ve FETÖ’ye de “diktatör”e karşı “demokrasi kahramanları” payelerinin daha açık biçimde dile getirilmesini beklemek, abartı sayılmaz. Kuşkusuz bu tutum, kimi AB ülkeleri açısından yeni değildir. Ama ikinci sahnenin tasarımı, Türk milletinin bir kesimini bu cereyanın peşine takabilme umudunu da içermektedir.
7 HAZİRAN’DAN DAHA UYARICI BİR DERS
AKP-MHP ittifakının halk oylamasında aldığı sonucun, onlar açısından, AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinde aldığı sonuçtan daha uyarıcı olması gerekir. Bu iki partinin halk oylaması sürecinde yaşadığı gerilemenin kaynağı, “vatan kaygısı”nın hızla ve dalgalar halinde milletin geniş kesimleri açısından yol gösterici hale gelmesidir. Milletin 15 Temmuz darbe girişiminden çıkardığı ders, AKP ve MHP yönetimlerinin çıkardığı dersin çok ötesindedir. Trump’tan medet ummayı sürdürmek; bölge ülkeleri ve Avrasya nezdinde Türkiye’yi güvenilmez bir konuma sokmak; ağırlaşan iktisadi bunalımın halkın üstüne binen yükünü günü kurtarmaya çalışarak geçiştirebileceğini sanmak; milleti bölen yüzde ellici tutumda diretmek, AKP’nin ve onunla birlikte saf tutanların hızla erimesine yol açmaya devam edecektir.
Halk oylaması, ülkemizi yeni tehdit ve yeni fırsatlarla karşı karşıya bırakmıştır. Ülkemizin teminatı, vatan kaygısının milletimiz içinde hızla yükseliyor olmasıdır. Türkiye’de hiç kimsenin kendini millete teslim etmekten başka çıkış yolu yoktur. Bugün emperyalizmden medet ummak, tek seferlik “kullan-at”lığa razı olmaktan başka bir anlam taşımaz.