Halkız biz

Kimisi koyun sürüsüne benzetir. Değiliz ya öyle öğretmişler çoğumuza. Korkak, mütevekkil, sessiz ve itaatkâr... Hani dediği gibi şairin, gocuklu celep kaldırınca sopasını... Birbirimizi ezeriz, kim önce koşacak diye sopanın altına.

En aydınımızın tek farkı, belki renginin mor ya da siyah oluşudur. Koyunlar gibi. Siz saçının, sakalının ya da gözlüğünün tipi sayın. Hep onları takip ederiz, yüksek sesle konuşurlar ve dinleriz biz. Bazen akrebe, bazen çiyana benzetse de bizi, ah bu dilimiz hep övmek için çalışır onları.
Sütü biz veririz, yünü, etimizi, kemiğimizi... Yok pahasına emeğimiz, göçükler altında canımız sayın siz.
Kurt basınca en önde biz oluruz hep... İlk bizim etimiz değer kurdun dişlerine, ilk akan bizim kanımızdır. Kurdun yaraladığını da gocuklu keser hemen, bari etimizin kalanını yiyebilsin diye. Siz kapımıza dayanan icralar, yakamıza yapışan vergiler sayın. Gün olup da o gocuklu kovalamışsa kurdu, etimizi kendisi yiyebilsin diyedir, yoksa bizi düşündüğünden değil. Gocuklu bizi değil, etimizi, sütümüzü sever. Vermesek, kurdu beklemez.
İçimizden birileri homurdanmaya başladı mı bu gerçeği... Hemen, “ama o gocuklu celep” der içini çekerek, mor ya da siyah olanlarımız. Neden sorusu yasaktır, bozgunculuk, çıban başılık, uyumsuzluk, geçimsizlik, aşırılıktır. Celebe sorsan anarşistliktir zaten. Koyunluk anayasası gibi dayatılır ya... Siz ister örf sayın ister yasa. Hep onlar hatırlatılır homurdananlarımıza.
Ama, halkız biz; koyun değil. Koyun gibi davrananlarımız da yok değil ya... İyi bilsin o celep tayfası: Kendini ilk feda edenimizdir en kıymetlimiz, rengi mor ya da siyah olanlar değil. Budur kanunumuz, kavaidimiz.
Ne gocuklu celep dinleriz, ne başkan ne de sultan. Nasıl çıkardıysak başımıza öyle atarız, en öndekilerimizin ayakları altına... Halkız biz, hem de Türk halkı...
Bir yanımız kurda çalar, bilsin o celep taslakları...

BUDALA

Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı’nın konusuydu, paylaşmak için uğrunda kavga edilen büyük pasta... Ayrılıkçı Bulgar çeteleri Batılı ülkeler tarafından silahlandırılıp ordulaştırıldı. Bulgaristan onların eliyle yaratıldı. Osmanlı’ya silah satan ülkeler, Balkan Savaşı sırasında bir yandan da Antant ülkelerine silah satıyordu. Aslında manzara ortadaydı... Ama... Balkan Savaşı’nın kapımızı çaldığı, Trablusgarp Savaşı’nın sürdüğü günlerde bile devleti yöneten iktidar işi gücü bırakmış İttihatçıları her yerde takip ediyor ve yakaladığını hapsediyordu. Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa, yetersizliğin doruğundaydı. Eğitimli 70 bin askeri terhis etmiş, Düvel-i Muazzama’nın Balkan Harplerini durduracağına, Fransa ve İngiltere’nin Osmanlı’yı bütün bu dertlerden kurtaracağına inanıyordu. Harbin ortasında Sadrazamlığa getirilen İngilizci Kâmil Paşa’nın da çaresi aynıydı. Savaşı kaybetmenin arifesinde bile İngiliz Elçisi Grey’e mektup yazıp, “Bak biz ne güzel dosttuk, Kırım Savaşı’nda bizi Ruslara karşı nasıl da korumuştunuz. Haydi, son verin bu savaşa da öpüşüp koklaşalım” mealinde mektup yazabilecek kadar kör ve küçüktü. Karşılığını da almışlardı: “Başka kapıya...”
Mehmet Akif durumu şöyle yazmıştı:
“Aman Grey! Bize senden olursa olur meded...
Kuzum Puankare! Bittik!... İnayet et kerem et.
Dedikçe sen, dediler karşıdan: İnayet ola!
Dilencilikle siyaset döner mi, hey budala!”
Balkanları kaybettiğimizde, hükümet hâlâ ne olup bittiğinin farkında değildi, ama mesela Selanik’i ele geçiren Yunan subayları kasalardan çıkan istihbarat raporlarını, kendileri ve bir adım sonra 1. Dünya Savaşı’nı başlatacak olan meşhur Kara El örgütü hakkında hazırlanmış neredeyse eksiksiz dosyaları görüp İttihatçıların iş başında olmadığına dua ediyorlardı. Ah... Olmasa o fedailerin Bab-ı Âli yürüyüşü, olmayacaktı bugün Edirne bile...
Bugünkü hükümetin Amerikan körlüğü ile Muhtar ya da Kâmil Paşaların İngiliz körlüğü ya da İttihatçı düşmanlıkları arasında bir fark var mı? Bugün ABD ile anlaşmaya çalışmak başka nasıl açıklanabilir? Bakmayın siz Akif’i ağızlarından düşürmediklerine, yok bunlara yol gösterecek bir Arif... Bu yüzden nereye çekerse fesli Kadir oraya gidiyor bu kervan.

EĞRİSİ

Tarih 23 Mart 2018, akşam saat 21.05 suları... Henüz satılan CNN-Türk kanalında Taha Akyol’un sunduğu “Eğrisi Doğrusu” programı... Eğrinin doğruyu kovaladığı bir mecra desek, hiç te abartmış olmayız...
Programın konu başlığı şöyle: “Putinizm Nasıl Bir İdeoloji?”
Türk-İslâm sentezci seyyar vaizlerin pahalı kravatlar takması veya CNN ekranlarını kullanması ses tonunu değiştirmiyor. Atlantik batıyor, Avrasya yükseliyor, ne füze tehdidine ne de ekonomik tehdide boyun eğen yok. Ee o halde halkı kışkırtmalı değil mi: “Putinizm” filan...
Alt yazılar geçiyor: “Rusya’da demokratik otoriter bir rejim mi kuruluyor.” Başka bir altyazıda: “Alternatif bir liberal partiye fırsat vermiyor.” İthamlar, imalı suçlamalara karışıyor: “Putin kötü, Putin otokrat, Putin sert, Putin sinsi, vb...” Korkudan hep, kekeme gibi tekrar ediyorlar. Çünkü yeni bir dünya kuruluyor, Avrasya doğuyor, bitiyor Atlantik tahakkümü.
Programın ana konusu Çin ve Rusya’nın etkinliği, satır aralarında sürekli öcü gibi gösterme telaşı, programın konuklarından Mithat Çelikpala’ya göre “Rusya Türkiye’yi çevreliyor.” Düşman yani.
Sanki 15 Temmuz olmamış, Fırat kalkanı yapılmamış, sanki ABD, PKK’ya silah verirken Rusya bize destek olmamış, sanki Afrin’de gömülen PKK’nın cenaze törenlerine katılan ABD subayları değil.
Şimdi üzülüyor çoğu insan: “Doğan medya muhalifti, hükümete satıldı” diye... Bak kardeşim, kimse muhalif filan değildi. Amerika’nın sesiydi.
Suret-i haktan görünmek için muhalafet yapıyor gibi davrandığını göremediniz mi hâlâ... Eskiden de satılıktı ABD’nin sesiydi, şimdi de satıldı, iktidar borazanlığı yapacak.
Eğri hep eğriydi, doğru hep doğru... Aydınlık’ı ya da Ulusal Kanal’ı satabilen var mı?

FANTEZİ


ABD ile nasıl anlaşılacak? PYD nereye çekilecek?
Kuzeyde Türkiye... Doğu’da Irak var ki, Haşdi Şaabi kapıda onları bekliyor. Güney, Suriye ordusunun kontrolünde ve Esad onları hain ilân etti. Batı’da Fırat kalkanı bölgesi var. Buharlaşıp uçmayacaklarına ya da ABD tarafından uçaklara doldurulup ABD’ye götürül- meyeceklerine göre...
Kaldı ki bu anlaşma, Türkiye’nin Azez-Afrin ve İdlib’in kuzeyinden oluşan bir bölgede kurulacak olan Sünni yapının kontrolü karşılığında, Fırat’ın doğusundaki Kürt otonom bölgesine göz yummasına dayanıyor. Bunu Türk milleti kabul eder mi? Bunu Suriye, Irak ya da İran kabul eder mi? Siperin gözünden bakan bilir.
Yani bunlar boş laf... Kahvedeki adam söyler, ama Dışişleri Bakanı olunca... Olmaz!
Tel Rıfat’a girildi, yakında bütünüyle ele geçer, sırada Münbiç var. Sonraki hedef ise Ayn el Arab. Irak’ta Sincar ve Kandil... Yani ABD’nin kara gücü doğrudan Türk Ordusu’nun hedefi. Toplantılar, tutanaksız görüşmeler filan hep bunu durdurmak ya da yavaşlatmak için, ama bütün çabalar ıskarta...
ABD ile Türk ordusu arasında ortak bir harekât söz konusu olamaz. Arada büyük bir duygusal kırılma var. Onlar bizim başımıza çuval geçirmiş, PKK’ya silah ve personel desteği verip bize ateş etmişler.
Biz de sadece PKK’yı değil, onlarla beraber savaşan ABD ve Avrupalı ajanları gömmüşüz o tünellere... Hangi zeminde ortak harekât yapacağız? Süngünün dilinden anlayan bilir...
Afrin’e vali atamak ta fantezi. Hangi parayla taşıyacaksın o kadar yükü? Ekonomik kriz gelip kapıya dayanmışken üstelik.
Son tahlilde, ABD ile anlaşma olsa bile sürdürülemez. Afrin ve Azez’deki Türk varlığı ise Suriye ve Rusya’nın da dahil olduğu bir garantörlük sürecinin ön adımlarından başka bir şey olamaz. Bakmayın Pentagon çetesinin direnmesine, ya da Fransa’nın varlık beyanı yapmasına... ABD’nin Suriye’den çekilmekten başka seçeneği yok. Adım, adım gerçekleşiyor.
Bu koşullar altında hâlâ yalpalamak, bir yandan İsrail’i kınarken, diğer yandan Esad’a saldırmak. Bir yandan PKK ile savaşırken diğer yandan ABD ile göz kırpışmak.
Herkes aklını başına alsın ABD ile anlaşma PKK ile anlaşmadır, Türk milleti bunu affetmez.