Hangi oylar Türkiye hanesine yazılır?

30 Mart’ta yapılacak seçimlerin, yerel yönetimleri belirlemenin çok ötesinde, ülkenin geleceğine yön vermede önemli bir etkiye sahip olacağına kuşku yoktur. Bu, belki de bugün ülkemizdeki bütün siyasal güçlerin üstünde mutabık oldukları tek husustur. Ama eğer esas mesele seçim sonuçlarının ülkenin geleceği üstündeki etkisiyse, o zaman en büyük yanlış, soruna miyop bir bakış açısıyla yaklaşmak olur. Anahtar soru, seçim sonuçlarının, 31 Mart’tan itibaren hangi siyasetlere güç katıp, hangilerininin güçten düşmesine yol açacağıdır. Ölçüt de, iktidar yürüyüşünde milli güçlerin birliğinin önünün açılmasıdır.

Erdoğan’ın ABD için son işlevi

Bugün ufkunu bir ölüm kalım günü olarak gördüğü 30 Mart’la sınırlayan güç, Erdoğan iktidarıdır. Erdoğan’ı iktidara taşıyan sıfat, BOP Eşbaşkanlığı; ardındaki güç de, onu eşbaşkan olarak atayan ABD idi. ABD’nin Erdoğan’a alternatif arayışına girmesi, hem ülkemizde, hem de bölgemizde ayağa kalkan milletlerin Erdoğan’ın elini kolunu bağlamış olması nedeniyledir. Erdoğan kendisine yüklenen görevleri yerine getiremez hale geldiği gibi, ona karşı duyulan şiddetli tepki aynı zamanda ve hızla ABD’ye karşı yönelmeye başlamıştır. Halkın mücadelesinin yükselmesiyle inişe geçen Erdoğan iktidarı, bugün ayyuka çıkan yolsuzluk ve rüşvet belgeleriyle artık sürdürülemez hale gelmiştir. Bu durum kuşkusuz seçim sonuçlarına da yansıyacaktır.

Erdoğan iktidarının ABD açısından tek ve son bir işlevi kalmıştır. Bu iktidara duyulan tepki ve öfke öylesine yoğundur ki, yıkımı, kim olursa olsun onu yıkana büyük itibar kazandıracaktır. ABD’nin gözünde Erdoğan’ın son görevi, yıkımıyla, ABD’nin ülkemizde oluşturmaya çalıştığı yeni iktidar seçeneği için bir hayat aşısı işlevi görmesidir. ABD, bu nedenle elini Türk milletinden çabuk tutup, Erdoğan’ın iktidardan düşürülmesinde ön almaya çalışmaktadır.

Erdoğan’a olan tepki nereye yönlendirilmeye çalışılıyor?

Bugün Kılıçdaroğlu da, Bahçeli de, ABD’nin dümen suyunda Gülen Cemaati’yle kol kola ilerlemektedir. Bir yandan Erdoğan iktidarına karşı duyulan şiddetli tepkiden ABD’nin kendilerine sunduğu bir güç kaynağı olarak yararlanmaya, öte yandan da bu tepkinin milli bir iktidara yönelen birleşik bir güce dönüşmesinin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Kılıçdaroğlu’nun milli güçbirliği istemlerine verdiği “Güçbirliği yapacağız”, “Birleşe birleşe kazanacağız” yanıtları, Amerika ve Gülen’le güç ve işbirliği olarak gerçekleşmiştir.

‘Atatürk’te birleşmek’ten yana olanların etkisini azaltmak

Çok az sayıda yerde milli güçlerin desteklediği adayların CHP tarafından gösterilmiş olması, bu çizgiye aykırı değildir. Çünkü bu siyasetin önemli bir bileşeni, “Atatürk’te birleşmek” isteyenlerin gözünde CHP’yi hâlâ bir umut kaynağı olarak tutmaya çalışmaktır. Bu “umut”, onların ABD ve Gülen’le işbirliğinin zoraki de olsa kabullenilmesini sağlamanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin izledikleri bu siyaset seçimlerde görece bir başarı kazansa da, bu başarı maalesef Türkiye hanesine yazılmayacaktır. Olsa olsa bu partilerin içinde “Atatürk’te birleşmek”ten yana olanların etkisini azaltmaya hizmet edecektir. Üstelik Kılıçdaroğlu yönetimine verilen rol, iktidara giden değil, iktidarın ABD tarafından yeniden şekillendirilmesinin yolunu döşemeye yarayan bir roldür.

Hangi başarı Türkiye’nin olur?

Yerel seçimlerde Türkiye hanesine yazılacak olan yegâne başarı, “Atatürk’te birleşerek milli bir iktidara yönelme” siyasetini güçlendirecek olan başarıdır. Bu başarının gerçekleşeceği iki kanal mevcuttur. Biri, milli güçlerin birlikte desteklediği adayların seçimleri kazanmasını sağlamaktır. Bu başarılar, Atatürk’te birleşmenin milletimize ne kazandıracağının canlı örneklerini verecektir. İkincisi de, “Atatürk’te birleşme” siyasetinin yerel seçimlerden gözle görülür, elle tutulur biçimde güçlenerek çıkmasıdır. Bu da ancak ülkemizde bütün milli güçleri birleştirme irade ve yeteneğine sahip tek partinin, İşçi Partisi’nin güçlendirilmesiyle sağlanır. Yerel seçimler sonrası “Atatürk’te birleşerek milli bir iktidara yönelme” siyasetini bir çekim merkezi haline getirmenin biricik yolu budur. Bu, yerel seçimlerin Türkiye’nin kaderini belirlemede göreceği en yaşamsal işlev olacaktır.

30 Mart seçimlerinde “oyların bölünmemesi”, “Türkiye hanesine yazılacak oyların bölünmemesi” demektir.