Hani filmler sinemada izlenirdi...

Ne zaman ucu gereğinden fazla açık ve kestirilmeyecek çokluktaki anlamlara yönelme kurnazlığını gösteren filmlere karşılaşsam, aklıma hep Andrey Tarkovski’nin bu tür filmlerle yönelik “Genelde bir yönetmenin başarısızlığa uğramasının altında onun kontrolsüz ve zevksiz bir saplantıyla çok anlamlılık peşinde koşması, insan davranışlarında var olanı değil, kendince gerektiği zorlama bir anlam yükleme çabası vardır” sözü aklıma gelir. Son yıllarda Tarkovski’nin bu sözlerinde ne denli haklı olduğunun kanıtlayacak o kadar çok filmle karşılaştık ki, saymakla bitmez...

Ana akımdan yoksun kimi art house ya da daha yaygın bir tanımlamasıyla festivallik filmleri anımsadığımızda Tarkovski’ye hak vermemek elde değil. Örneğin, önemli bir festivalin yarışmalı bölümüne alınmayan bir filmin, bir başka önemli filmin festivalinin yarışmalı bölümüne girip, orada ödüllerin neredeyse tümüne yakınını toplaması, ya da ulusal festivallerin bir çoğunda hiçbir ödül alamayan -ya da birkaç küçük ödülle yetinen- kimi filmlerin dışardaki festivallerde bir çok ödül alması vs gibi...

Bunlara ilaveten, neredeyse eleştirmenlerin tümüne yakınından olumsuz eleştireler alan, ya da eleştirmenler tarafından hiç görülmeyen, üzerinde bir şeyler yazma gereği bile duyulmayan kimi filmlerin yine kimi gazetelerde, parası ödenmiş ilanlar gibi “yılın üzerinde en çok sözü edilen filmi” gibisinden sütün sütun haberlerinin yer alması yukarıda kısaca değindiğimiz kimi filmlerin nasıl bir alıcı oluşturduğunun da bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Katıldıkları festivallerde umduğunu bulamayan, ticari sinemalarda gösterilme umudu yok denecek denli az olan, gösterilme olanağına kavuşanın üstesinden gelse bile seyirci bulamayan , eleştirmenlerin bir çoğundan değil, nenedeyse tümüne yakınından olumsuz eleştireler alan ya da hiç sözü edilmeyen bu tür filmlerin, nasıl olup da “yılın üzerinde en çok sözü edilen filmi” gibisinden haberlere konu olduğunu ya da bu haberlerin kimler tarafından, neyin karşılığında yazıldığını anlamak mümkün değil.

Sinemamızda son yıllarda yalnızca festivaller için film yapan, -yönetmenler değil- tipler ortaya çıkmaya başladı. Bu tipler için, sinemanın en önemli iki ögesi olan, seyirci ya da sinema salonlarında gösterim bulup bulmaması hiç önemli değil. Önemli olan yalnızca, kıytırık bir festivalde kıytırık bir ödül alması. Sonrası kolay... Birkaç güdümlü haber, bir kaç festivalde ücretsiz gösterim, sırtını yaslayacak birkaç abla ve de ağabey sonunda al sana Türk sinemasını kurtaracak genç bir kuşak....

Sonuçta; salonsuz, seyircisiz, ücretsiz ve de eleştirisiz ama her nasılsa birkaç ödül alabilmiş, sözüm ona güdümlü haberlerle “yılın en iyisi olduğunu iddia eden” bırakın yarınları, bugünlere bile hiç iz bırakmayacak filmler çöplüğüne dönmek üzereyiz......

Bir yanda, herkesin beğenisini kazanan genç, yetenekli ve başarıları hiç kimse tarafından yadsınmayacak genç yönetmenler, bir diğer yanda ise birkaç güdümlü haber, kıytırık birkaç ödülle, sırtını birilerine yaslayan, yönetmen olabileceğini sanan tipler...

Peki bunlar bir birinden nasıl mı ayırt edilebilir? Gayet kolay... Festivallerin sonuçlarından çok, sevdiğiniz sinema eleştirmenlerinin yazdıklarını okuyun yeter...Çünkü iyiler sinema salonlarında, diğerleri ise kimi festivallerle güdümlü haberlerde...